genç kadın yağmurun sesiyle uyandı. yatağından kalkıp açık olan balkon kapısından balkona çıktı. önünde uçsuz bucaksız bir deniz vardı ve denizin üzerine çiseleyen yağmur damlaları o kadar muhteşem gözüküyordu ki; bir şebnem ferah şarkısının içindeymiş gibiydi adeta; ''beni sevmezsen, yağmurları sev.'' balkon demirlerine tutunarak aşağıya eğildi ve kumsala baktı. angelica'yı göremedi. kahvaltıda olmalıydı. ve her zamanki gibi babası zorla çilek reçeli yediriyor olmalıydı. gülümsedi.
hayatın neler götürüp neler getireceği hiç belli olmuyordu gerçekten. öyle tuhaf bir şeydi ki yaşamak; ne olursa olsun vazgeçmiyordunuz. ''tamam artık, bitti.'' diyen her insanın içinde şu kadarcık dahi olsa bir ümit kırıntısı vardı ve insanlar buna rağmen kendilerini tamamen tükenmiş göstermekten vazgeçmiyorlardı. kolpalar sizi!
genç kadın, üzerine mavi t-shirtünü ve bej şortunu geçirip kapıyı açtı. tam kapıda tombiş bir kadınla çarpıştılar.
- hacer teyzem! erkencisin.
- geç bile kaldım yavrum. hayata geç kaldığım gibi.
genç kadın, yaşlı kadının cümlelerine hasta oluyordu. görmüş geçirmiş bir insandı ve ne gördüğü ne de geçirdiği şeyleri anlatmıyordu hiç. ama çok güzel dinliyordu. en şahane psikologtan bile daha şahaneydi şüphesiz. üstelik anlıyordu da. saçma salak bir empati falan da değildi. düpedüz anlıyordu. sevgilinizin, en yakın arkadaşınızın, hatta annenizin dahi sizi anlamadığı bir dünyada, olabilecek en güzel tesadüftü hacer teyze.
- angelica'yı gördün mü?
- evet. aşağıdalar. babası zorla çilek reçeli yedirmeye uğraşıyor. kahvaltıyı kaçırma hadi. koş!
- tamam. ama akşam konuşacağız değil mi her zamanki gibi?
- tamam. ama bu sefer ağlamayacaksın.
- aşkolsun! dün ağladım mı?!
- ağlamak illa ki gözyaşı değil ki yavrum. için ağlıyor senin. halbuki bir gülümseme ancak bu kadar yakışabilir bu gözlere. hadi koş.
genç kadın gülümsedi.
canı çilek reçeli çekti birden!