Çarşamba, Haziran 14, 2006

aşk kırıntısıyla doymaktansa

bir daha hiç aşık olamayacakmışım gibi.
bir daha hiç kimse bana aşık olmayacakmış gibi.

böyledir. süresi, yaşanan aşkın ve nefretin şiddetine göre değişir ama, hep böyledir.

kendi fotoğraflarınızı ayıklamak için dahi çift tıklayamamaktır dosyanın üzerine. sözkonusu cd'yi muhtemelen beş senede bir yapılan genel temizliğe kadar bulamayacağınız bir yere fırlatmaktır. beş sene sonra kim öle kim kala, değil mi? vay be!

insan olmaktan hiçbir zaman gurur duymadım. sevmedim hatta. ben de dahil olmak üzere, iğrenç varlıklarız zira. hanginiz iddia edebilir ki, kendi mutluluğunuzdan öte bir şeylerin olduğunu? kendi yarattıklarımızı bile bozmaya programlı beyinlerimiz. yeter ki mutlu olalım. düşünün; yaptığınız herşeyi düşünün. bir başkasına zarar veren ya da faydası dokunan herşeyi düşünün; önce kendi mutluluğunuz için değil miydi? değil miydi?! eh, hastasınız o zaman. kusura bakmayın.

böyle beylik laflar etmekten de sıkıldım esasen. gelin, basit olalım. yeterince basitiz zaten.

konumuz aşk. ''aşka inanmıyorum.'' diyen dallamalar, yazının bundan sonraki kısmını okumayabilirler, zira yazının bundan sonraki kısmı, kendilerine hiçbir şey ifade etmeyecektir.

hiç aşık oldum mu ben? şüphesiz! o'nun yanımda olmadığı her an, nefes alamayacak kadar zavallı olmamdan ve yanımda olduğu her an birbirimizi yesek dahi içimde bir yerlerde küçük bir kızın gülümsemesinden anlıyordum bunu. hani kapıyı kapatıp gitse; o kapının ardında kahrolacak kadar; ağlamaktan bayılacak kadar; ''keşke o, abim olsaydı da, hayatım boyunca benim yanımda olsaydı. beni sevmekten hiç vazgeçemeseydi. hep sahip çıksaydı bana.'' diye düşünerek angutlaşacak kadar aşıktım. ve biliyordum; çekeceğim acıları göze almıştım. birini sevmek demek, ananızın bellenmesini göze almak demek aslında. ya yol yakınken ''ay yapamıcam.'' deyip dönersiniz ve o huzurlu ama yavan hayatınıza devam edersiniz ya da yürümeye devam edersiniz. yolun sonu muammadır. yaşayarak görmekten başka çare yok. e siz bilirsiniz.

yaşadığımız her şey, aslında ödememiz gereken bir bedel. o nedenledir ki; hiçbiriniz ''ne kadar bahtsızım yahu. fak yu!'' dememeli; ben dahil. ve tuhaftır ki; herkes kendi karma'sından sorumlu. misal ben, bir zamanlar aşka inanmamanın, aşkı aşağılamanın, ağlamaktansa kahkaha atmanın ve ''seninim.'' gibi ulvi bir adanmışlıkla dalga geçmenin bedelini ödedim. o, neyin bedelini ödedi, bilmiyorum. dedim ya; herkes kendi karma'sından sorumlu işte. ve yine tuhaftır ki; bittiği zamanı biraz farkında olursanız hissedebiliyorsunuz. benimki bitti. aşık oldum, ödedim ve bitti. hala üzgünüm bir çok şey için. hala pişmanım. öte yandan bir kaç hafta öncesine dönsem, hala ''evet, ne olursa olsun, istiyorum.'' derdim. ama artık bitti. ve yapmam gerekenler de çok açık. karma'dan ders almak gerekiyor.

aşk ne yazık ki karşılıklı. bugüne kadar tek taraflısını aradım, mamafih bulamadım. karşılıklı olmasının temelini de, ''değer verme'' kavramı oluşturuyor. aşkınıza değer verilmediğini anladığınız, öğrendiğiniz ya da hissettiğiniz an, bitiyor. nedenini az evvel söyledim; çünkü kendi mutluluğumuzdan öte bir şey yok. demek ki, karşılıklı olmalı. iki taraf da el üstünde tutmalı. pamuklara sarmalı. ödü kopmalı karşındakinin aşkına zarar verecek diye. yoksa ne yaparsanız yapın; olmuyor. tek taraflı olmuyor işte. yapamıyorsunuz zaten. maya bir türlü tutmuyor. sulu ve vıcık vıcık bir şey çıkıyor ortaya. mideniz kaldırmıyorsa da böylesini, masadan kalkın gitsin, benden tavsiye. zaten eninde sonunda kalkacaksınız. ya da garson gelip hesabı ödemenizi isteyecek kibarca. giderken bahşiş bırakmayı unutmayın. ahah!

evet. sanırım bu, aşk üzerine yazdığım son yazıydı; tekrar aşık olabilene dek. ünlü türk ozanı teoman'ın da dediği gibi; ''yürürüm ipte, ağım yokken hem de; kopkoyu içim. inan çok çalıştım, bu kalpsiz dünyayı sevebilmek için.''