Salı, Eylül 11, 2012

and the women tug their hair

insan yabancı bir memleketteyken hiçbir şey umrunda olmuyor. sanki hiç geri dönmeyecekmiş gibi. 



tabi ki döneceğim. 



ama galiba bu defa hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. 



Salı, Haziran 05, 2012

jesus loves you, i don't

arabanın arka koltuğundaydık. hemen üzerimizde gelinlik kabarık dursun diye gelinin giydiği tüllerden teşekkül bir tarlatan vardı. aslında arabanın arkasında durması gerekiyordu ama o kadar kabarıktı ki, sürekli üzerimize düşüyordu. arabanın içindeki gelinle damadın kendisi olmadığımıza göre, halimiz çok komik olmalıydı. sürekli tülleri itekliyor ve arada birbirimize bakıp gülüyorduk. çok içmemiştik. sadece biraz rakı. belki biraz da tekila.


- siz de mi içerdeki partiden sıkıldınız?
- efendim?
- filmlerde muhabbete genelde böyle başlanır, racon budur.


muhabbete böyle başlamıştım. en azından sigarasından derin bir nefes çekerek denize doğru büyük bir ciddiyetle bakmaktan ve bana söyleyecek uygun cümleyi aramaktan kurtarmıştım o'nu. bir kaç küçük kahkaha atmıştı. sonra kendimizi barın ortasında tekiladan kalan limonları kemirirken bulmuştuk.


birileri arabanın camına vurdu. gözlerimi araladım. topuklu ayakkabılarım ayaklarımda değildi. arabanın arka koltuğunun nerdeyse tamamına uzanmıştım ve ellerimle başka bir eli tuttuğumu farkettim. o'nun elleriydi. üzerimize düşmekte ısrar eden tarlatanla mücadele etmekten vazgeçip sarmaş dolaş uyuyakalmıştık.



bu derece romantik başlayan bir hikayenin romantik bir sonunun olmasını bekliyorsunuz değil mi? gerçekten çok safsınız.




o bir kaç saatlik zaman diliminde ne olduğunu anlatmayacağım. sadece bir insanı, isminden başka bir şey bilmediğiniz halde bile sevebileceğinizi; ama nasıl desem, çok yakın arkadaşınız gibi, kardeşiniz gibi, sevgiliniz gibi sevebileceğinizi bilmenizi isterim. işte tam da bu yüzden o'nu daha fazla tanımak istemeyeceğinizi, buna gerek görmeyeceğinizi, hatta bundan kaçacağınızı bilmenizi isterim. tuhaf mı geliyor?



o gün giydiği mavi gömleği yıkadım. ütüledim. en kısa zamanda sahibine teslim etmem gerekiyor.





Çarşamba, Ocak 04, 2012

patrick loves sandy

önce kırmızı güller geldi. sonra papatyalar. sonra başka çiçekler. beyaz, sarı, pembe, bir sürü...


beni sevdiğini söyledi. cevap vermedim. ''seni çok seviyorum'' bir soru cümlesi değildi çünkü. gerçi ''beni seviyor musun?'' diye sorsaydı, bir insanı sevmenin zaman alacağına inanan biri olarak, bir cevap verebileceğimden emin değildim.


o kadar sakin, o kadar sabırlı, o kadar ısrarsız bir adamdı ki; ona esip gürlediğimde bile bana alacağı motosiklet pantolonu için kaç beden giydiğimi sorabiliyordu. bir süre görüşmek istemediğimde bile beni özlediğini söyleyebiliyordu. hava durumu, motosikletine binmek için uygun olmadığında bile, bilmem kaç kilometrelik yolu, sırf beni görmek için, kullanmayı hiç sevmediği arabasıyla gelebiliyordu.


sonra çikolatalı kurabiyeler geldi. ilk defa bir adamın gönderdiği çiçekleri gülümseyerek yedim. kağıdın üzerinde ''patrick loves sandy'' yazıyordu. o da benim gibi pazar sabahı kahvaltı ederken sünger bob izliyordu.


sevdiğimi söylemek için hala çok erken, ama mutlu olduğumu söyleyebilirim sanırım.


Pazartesi, Ağustos 22, 2011

paramparça

adam, kadına ''neden ağlıyorsun?'' diye sordu. kadın dudaklarını araladığı an, hıçkırıklara boğulacağını anladı. gülümsemeye çalıştı. onu da beceremedi.


zaten şu hayatta neyi beceriyordu ki, ağlarken gülümsemeyi becerebilsin?


çok değil, sadece bir kaç gündür; kadın, adamı sevdiğini düşünüyordu. basbaya seviyordu. kadının sevmekle ilgili bir sorunu vardı. insanları zaten sevmiyordu ama, konu aşk olunca, daha çok zorlanıyordu. ve nihayet, kalbinde ufak da olsa kıpırtılar başlamıştı. adam mutsuz olduğunda, o da mutsuz oluyordu. adam mutluyken, o da mutluydu. başka adamlara ''eyvallah''ı yokken, bu adama vardı. tahammül edemeyeceği şeylere tahammül edebiliyordu. biraz daha zorlasa, birlikte aynı yatakta uyumaya bile hazırdı.


kadın, tam da adama o'nu sevdiğini söylemeyi düşünürken; adam o'na çok başka şeyler söylemişti. ve eklemişti. ''bu kadar zamandır, ağzından bir kez bile seni seviyorum çıktı mı? çıkmadı.''


barda ingiliz bir grubun son derece gerizekalı bir şarkısı çalıyordu ama kadın, kulaklarında halil sezai'nin sesini duyuyordu. paramparça.


adam, ''kalkalım mı?'' dedi. kadın kafasını salladı. kalktılar.


kadın eve dönüş yolunda gözyaşlarını silerken bir adamı sevmek için niye bu kadar zamana ihtiyacı olduğunu, niye bu kadar beklediğini, niye bu kadar zorlandığını bir kez daha hatırladı.



Pazar, Ağustos 14, 2011

daha taksidi bitmemişti...

yeni aldığımız bir şey, bozulunca, kırılınca, kaybedince, çalınınca, elimizde patlayınca ya da götümüze girince böyle deriz ya: ''daha taksidi bitmemişti.'' işte aynı o ruh halindeyim.


günlerim, kurduğum hayallerin gerçekleştiğini gördüğümde, bu hayallerin aslında o kadar da güzel olmadığını anlamakla geçiyor. deniz çok temiz, evet. hava güzel, güneş bir harika, balıklar taze, rakı nefis, adam yakışıklı, motosiklet hızlı. ama bütün bunlar benim için hayalini kurduğum zamanki kadar güzel olmuyor. olamıyor. belki de bu yüzden hayal kurmayı daha çok seviyorum. hiçbir zaman gerçeği gibi olmayacağını bile bile, hayal kurmak ne büyük bir saçmalık.


ve fakat, artık bir değişiklik yapmanın vakti geldi. bir süre hayal kurmak istemiyorum. bir süre kafamı çok başka şeylerle meşgul etmek istiyorum, izninizle.



döndüğümde, avusturya almancasıyla ''benden bu kadar!'' demeyi öğrenmiş olacağım.



Çarşamba, Haziran 22, 2011

cause you are the wind beneath my wings

ellerimizde kasklar, yürüyoruz. sıcak. en az beni ilk öptüğü zamanki kadar sıcak.


hiç kimseden korkmuyorum. hiçbir şeyden korkmuyorum. aşık olmaktan da korkmuyorum, çünkü olmayacağım. ama bu tıpkı ''ölmekten korkmuyorum, çünkü ölmeyeceğim.'' demek kadar saçma. tabi ki öleceğim. hepimiz bir gün öleceğiz.


bencilim. bencil olmanın hep güzel bir şey olduğunu düşündüm. ama sen de bencilsin. o da bencil. hepiniz bencilsiniz. hepimiz benciliz. önce kendimizi düşünmemiz kadar doğal bir şey yok. peki karşımızdakini hiç düşünmemek artık biraz fazla olmuyor mu? belki de buna bir son vermeli. bilmiyorum.


gittikten sonra nevresimleri değiştirmedim. kokusu bir süre kalsın istiyorum. kokusunu sevdim, seviyorum.

ama kendisini sevmiyorum.


ne tuhaf!



uzaklaşmalı. çok uzaklara gitmeli. başka bir ülkeye ayak basmalı ve bu kokuyu unutmalı.



- yalnız uyarayım, ben alışkanlık yaparım.
- hiçbir şey yapamazsın.

Salı, Nisan 26, 2011

daddy's little girl








baba'm...

küçükken çok düşkünmüşüm ben sana. sen de bana. gerçi hala düşkünsün, ama ben büyüdüğümden bu yana aramıza bir şeyler girdi sanki. 17 yaşındaydım. bi erkek arkadaşım vardı. yazlığa davet etmiştim onu ve sen çok kızmıştın hatırlıyor musun? ''o çocuk bu evde kalamaz!" diye bağırmıştın. "o çocuk bu evde kalacak!" diye bağırmıştım. "o çocuk bu evde kalırsa ben giderim!" diye bağırmıştın. "iyi, git o zaman!" diye bağırmıştım. gitmiştin. işte o gün bir şeyler kırıldı sanki. 


hangi gerizekalı uydurdu götünden, ''kadınlar hep babalarına benzeyen bir erkek ararlar.'' diye, bilmiyorum. ben hiç sana benzeyen bir erkek aramadım. hatta ne kadar sana benzemiyorsa, o kadar sevdim. taktir ettiğim bir çok yönün vardı, evet. her şeyi geçtim, hangi bulutun ne anlama geldiğini sen öğretmiştin bana. gökyüzüne baktığımda yağmur yağıp yağmayacağını senin sayende biliyorum ben. ve hiç yanılmıyorum. öte yandan yine de çok da kırdık birbirimizi. günlerce konuşmadığımız bile oldu. senin evi terkettiğin, benim evi terkettiğim de oldu. yine de birbirimize döndük. çünkü ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim ben senin kızındım. yeryüzünde beni kayıtsız şartsız sevecek tek erkektin. ne zaman biraz uzakta ve çokça yalnız olsam, hep için acıdı, bilirim. benim mutsuz olmama dayanamazdın. mutsuz olma nedenlerim saçma sapan bile olsa, dayanamazdın. telefondaki sesinden anlardım. bir ''iyi misin?'' demenden anlardım. ''iyiyim.'' derken gözlerim dolardı.


şimdi, ben burada senden çok uzaktayken, sen orada yemeğini bile tek başına yiyemiyorsun. ve ben ilk defa bu kadar çok korkuyorum.


"iyi misin?" diye bile soramıyorum sana. beni merak etme. biliyorsun; sana pek benzemiyorum, anneme çekmişim. senden daha güçlüyüm. çabuk toparlarım.


senden bugüne kadar çok şey istedim. elma şekeriyle bir başladım, sonu gelmedi bir türlü. şimdi son bir şey istiyorum; lütfen bir süre daha benimle kal. çünkü sana ihtiyacım var.