- işte böyle. ama iyileşiyorum.
- iyileşmişsin bile tavuk.
- gerçek mi?!
- evet! gayet iyisin, baksana?!
- olley! koy o zaman bir kadeh daha.
birbirini uzun zamandır görmeyen ve konuşacak çok şeyi olan bir adam ve bir kadının 70lik şarap içme isteğini niyeyse bir türlü algılayamayan dallama garsona kalecik karası sipariş ettik. içtiğim ilaçlara zerre aldırmadan yuvarladım kadehleri. çünkü mutluydum ve yanımda güvenebileceğim bir adam vardı. bir kadının böyle düzgün bir adam tanımasının, kendisine acıyarak eline hiçbir şey geçmeyeceğini anlamasının ve kendisiyle gurur duymasının ispatıydı dün gece.
ve birbirimize teşekkür ederek ayrıldık.
eve geldiğimde, kapıyı peter açtı. tatildeyken eve göz kulak olması için yedek anahtarları kendisine verdiğimi hatırladım. ve fakat peter ne eve ne de kendisine göz kulak olabilmişti. evi resmen ve alenen ve düpedüz ve su götürmez bir şekilde bok götürüyordu. ve neyse ki yer silmek, toz almak, bulaşıkları yıkamak ve küveti ovalamak muhteşem bir spordu ve vücudu taş gibi yapıyordu.
- tavuk!
- peter!
- bu kaç?
- ahahaha. üç! sarhoş değilim ki.
- peki aç mısın?
- hayır.
- ben de makarna yapmayı düşünüyordum..
- domatesli mi?
- evet..
- mısır da olacak mı içinde?
- şüphesiz..
- peki kekik? pul biber?
- kesinlikle...
- ağzımın suyu aktı peter, bak, görüyor musun?
- iğrençsin tavuk. hadi salona geç.
ben gerçekten çok şanslı bir tavuğum.