Cuma, Temmuz 29, 2005

zırrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr

hayat, kimi zaman pembe bulutların üzerinde zıpladığımız bir rüyaya, kimi zaman kara bir delikte yönümüzü bulmaya çalışırken yuvarlandığımız bir kabusa benziyor.

işte ben, bu rüya ve kabus arasında bir yerdeyim.
o kadar da kötü bir durum değil canım, hemen acımayın.
hepiniz öylesiniz.


merak etmeyin,
az kaldı,
ben saati kurdum.
yakında uyanacağız.

Salı, Temmuz 26, 2005

benim belki de gizli bir bildiğim var

salak rolü yapıyorum.
yani salağı oynuyorum. evet.

beni araması gereken kişi aramıyor. öylece bekliyorum. birşeyleri kurtarmaya kalkmıyorum. salak rolü yapıyorum. insanlar, sürekli kendi problemlerini anlatıyorlar. saçma sapan şeyler. hepsi kendi hayatlarının içinde boğuluyorlar. ben hep susuyorum. dinliyorum. akıl veriyorum. salak rolü yapıyorum. bazıları ahkam kesiyor, hayatı çözmüşler. ''vay be'' diyorum. tartışmıyorum bile. tartışsam elime ne geçecek. salak rolü yapıyorum. bazıları beni yargılıyor. neden böyle yapıyormuşum. salak rolü yapıyorum işte. bazıları beni sevdiğini söylüyor. çok seviyorlarmış. ''ah evet.'' diyorum. salak rolü yapıyorum. öptüğüm her adamı gerçekten seviyorum ama umrumda değilmiş gibi yapıyorum. yine salak rolü, evet. çok yalnızım ve etraf çok kalabalık. olsun, ben salak rolü yapıyorum. uzaktan insanları izliyorum. bazıları bana el sallıyor. gülümsüyorum ve salak rolü yapıyorum.

şebnem ablamız ne diyor bak oysa;
''benim belki de gizli bir bildiğim var.''

Pazartesi, Temmuz 25, 2005

lütfen işaretli yerden açınız

hayatımın köşesinde bir yerde sanki saklı bu emir cümlesi;
'' lütfen işaretli yerden açınız.''


sonrasında bir kaç kesik kırmızı çizgi.

o'nun bileklerindeki gibi.
bir kaç kesik
kırmızı çizgi.

- çizgilerin dışına çıkmak mı istiyorsun, dedim.
- hangi çizgiler? dedi.

anladım. görmüyor. belki de yok sayıyor. benim gibi.

yine aynı koku. sigara ve oda parfümü karışımı. aynı ışık. loş. aynı sesler. klima sesi. buzdolabı sesi. telefon sesi. aynı dağınıklık. bulaşıklar. kitaplar. gazeteler. elbiseler. pantolonlar. kemerler. o'nun içtiği su bardağı. benim sürdüğüm
gri oje. aynı. hepsi aynı.

mail kutusundan bir mail çıktı,
horozun biri ''griden nefret ediyorum.'' demiş.
ne diyebilirim ki,

''sarı sevmeye çalış. ben denedim, olmadı.''

Perşembe, Temmuz 21, 2005

ve manga söylüyor; bitti rüya

uykum var.

küçük bir çanta hazırlamam lazım. içine bir kaç t-shirt, bir kaç iç çamaşırı, bir kaç kitap, bir kaç cd, bir kaç kerpeten koymam lazım. ilk otobüse atlayıp buralardan gitmem lazım. bikinimi giyip kızgın kumlardan serin sulara atlamam lazım. denizden çıkıp bıraktığım sigaradan bir fırt çekmem lazım. anneme sarılmam lazım. babama türk kahvesi pişirmem lazım. kardeşime hayat hakkında öğütler vermem lazım.

ama işte, dediğim gibi, uykum var.
hatta uyuyorum sanırım şu anda.
bir uyanabilsem. şu rüya bir bitse.

bir çift kahverengi göz. ''bana bak!'' şeftalili ıce-tea. ''limonlusu yok mu bunun?'' fesleğen soslu makarna. ''eline sağlık.'' plajda çıplak dans eden uzun saçlı kadın. ''çok güzelsin.'' kırmızı iri dudaklar. ''şu an hayatımdan memnunum.'' ''salaksın sen.'' ''sen de çok enteresansın.''

uykum kaçtı.
gidiyorum.

Salı, Temmuz 19, 2005

ve kenan doğulu söylüyor; ex aşkım

ah bir anlasan. senden sonra, hayatımda doğru düzgün kimse olmadı ama, sen de çok doğru değildin. bu ilişki çok düzgün değildi. havada kalmış bir ilişkiydi. basitti. hiç bir konuda uyuşmuyorduk. iyi bir insan olmak, sevilmek için yetmiyor, ne yazık ki.

haklısın, senden sonra, çok mutlu olamadım. ama seninle de çok mutlu değildim. tesadüf üzerine kuruluydu her şey. ve ben sandım ki; saçlarımın kokusunu içine çekebilecek bir adamsın. ve sen sandın ki; sana güveçte türlü yapabilecek bir kadınım. ne büyük yanılgı!

yanıldık...

şimdi kalkmış, geçen onca zamanın muhasebesini yapmaya çalışıyorsun. ne olabilir ki? hiç! ne diyebilirim ki? hiç!

hangi çiçek? sen bana çiçek mi almıştın? hatırlamıyorum bile. hangi fotoğraf? bir fotoğrafımız bile yoktu, neyse ki. yırtıp atmaya kıyarım ben çünkü. hangi bilet? tiyatro bileti mi? biz tiyatroya mı gitmiştik seninle? hangi şarkı? birlikte dinleyebileceğimiz bir şarkı var mıydı acaba yeryüzünde?

görüyorsun, beyin hücrelerim bile bu aşkı unutturmak için işbirliği yapmaya yemin etmişler.

- belki tekrar deneriz?
- sakın aklından bile geçirme.
- peki.
- tamam.

Cuma, Temmuz 15, 2005

hayat, bir şey değilmiş

- bir bedene alışmak, büyük bir lanettir, dedim.
- hiç kimse zevklerinde iki yüzlü değildir, diye cevap verdi albert camus.

beni rahatlatmaya çalıştığını biliyorum. sakin olmamı istiyor. bir delilik yapmamı istemiyor. eski huzuruma kavuşmamı istiyor. aşık olmamı istemiyor. sanki ben istiyorum?!

- bu gün karım öldü. fakat neyseki masamın üstü beni oyalayacak bir sürü evrakla dolu, dedi.
- hayata senin gibi bakmayı isterdim, dedim.
- hayat, bir şey değildir, itinayla yaşayınız, dedi.
- peki. yaşarız. felsefeyi bırakalım da, film izleyelim, ne dersin camus amca? dedim ve arşivdeki filmlerden film seçmeye çalıştık. en sonunda ''bizim aile'' diye bir türk filmini seçtik. elbette ortak kararımızdı.

izledikçe, camus'ün haklı olduğunu anladım. ve münir özkul'un repliği, kulaklarımda çınlıyordu.


''eğer onların kılına zarar gelirse... ben...ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben...yaşar usta...hiç düşünmeden çeker vururum seni! anlıyor musun? vururum...vururum ve dönüp arkama bakmam bile..."

Perşembe, Temmuz 14, 2005

karpuz, peynir ve ekmek

işte uyandı. güneş doğmak üzere. yanında uyuyan adama bakıyor. adamın dudakları çok güzel. iri ve kırmızı. usulca öpüyor. çok sıcak. adamın üzerindeki pike kaymış, usulca örtüyor. ve yine usulca uykuya dalıyor. fonda damien rice, insanın organlarını parçalayarak diyor ki;

and i wanna hear what you have to say about me
hear if you're gonna live without me
i wanna hear what you want
what the hell do you want?

işte uyandı. adam gitmeli, gitti. karnı çok aç. dışarı çıkıyor. çok sıcak. kitaplara bakıyor, bikinilere bakıyor, ayakkabılara bakıyor, çiçeklere bakıyor. ara sokaklardan birinde küçük bir kafe var. ''karpuz, peynir ve ekmek: bir yaz klasiği'' yazıyor menü tahtasında. küçük tahta sandalyelerden birine oturuyor. keşke adam gitmeseydi, birlikte karpuz, peynir ve ekmek yemek güzel olabilirdi. neyse. karpuz çok güzelmiş.

this is love, this is porn.

Salı, Temmuz 12, 2005

yalnızlığımı ve yalınlığımı unuttum

bu çiftlikte günler sakin, huzurlu ve bir o kadar boş geçiyor.

televizyon 24 saat açık, bir çizgi film kanalına ayarlanmış, sürekli çizgi film oynuyor, rengarenk. değiştirmeye üşeniyorum. koltukların üzerinde, yerlerde, banyoda bir dolu gazete, çeşitli dergiler, kitaplar birikmiş. hangisi elime geçerse onu okuyorum. boş bira şişeleri, boş tabaklar, boş fincanlar, yerde öylece duruyorlar. yıkamaya üşeniyorum. çiftliğe adsl bağllattım, bilgisayar sürekli açık. sürekli birilerinden mesajlar geliyor. cevap vermeye üşeniyorum. çok sıcak. sürekli soğuk suyla duş alıyorum. klima açık. boynum tutulmuş. akşamları sahilde koşmaya başladım. insanlar hiç değişmemiş. yine aynı mavi şortlu 70lik dede. yanımdan saatte 20 km hızla geçip gidiyor. yetişmeye ve yarışmaya üşeniyorum.

yalnızlığımı ve yalınlığımı unuttum. hatırlamaya üşeniyorum.

Pazar, Temmuz 10, 2005

kim kimi ''göt''ürüyor?

***dikkat. iş bu post, 18 yaş ve altındaki gençlere uygun olmayab....yok canım, daha neler?!


belki yüz kişi var içerde. barın dibindeki sahnenin üstünde iki büyük anfi. bangır bangır bir müzik. ellerde içkiler. kızlardan biri mini ötesi, pileli bir kot etek giymiş, bütün adamların gözleri kızın götünde. kendisi de bunun farkında olmalı ki; en az kendi götü kadar küçük bir barda, bir oraya bir buraya salınıyor. müzik bangır bangır. ellerde sigaralar. herkesin kafasında başka düşünceler.

bar sahibi, o geceki olası hasılatı düşünüyor. müzisyen grup, gecenin bir an önce sona ermesini ve gecelik ücretlerini almayı düşünüyorlar. girişteki sarışın genç kadın, kendisini terkdip giden sevgilisini düşünüyor. barın köşesindeki adam, kızın götünü düşünüyor. götü görünen kız, götünü daha yakından hangi adama göstereceğini düşünüyor. kızın götü, kimbilir ne düşünüyor?

bense...ben hiç bir şey düşünmüyorum. düşünmek bile istemiyorum. sadece biramı içip, biraz dansedip, eve döneceğim.

Perşembe, Temmuz 07, 2005

aptal sarışın

genç kadın, sağ tarafını iştigal eden bir baş ağrısıyla uyandı. tam karşısındaki antika masa saatine baktı; 09:57. kollarını açarak gerindi. yüzünü yıkadı, kurularken aynaya gözü takıldı. saçlarının rengi iyice açılmıştı, kimbilir hangi münasebetsiz güneş yaptı bunu. hemen sütün içine meyveli nesfit koyarak bir çırpıda kahvaltısını etti ve koşarak parfümeri denilen, erkeklere son derece yabancı bir mağazaya adımını attı.

- en koyusundan bir kahve lütfen?
- şekerli mi olsun?
- hayır, kahverengi boya lütfen?
- ah elbette, buyrun, 3.0, koyu kahve.
- teşekkür ederim.

eve dönüp saç boyası kutusunun içinden çıkan lastik eldivenleri giydi. karışımı hazırlayıp beklemeye başladı. o sırada telefon çaldı.

zırrrrr!

- alo?
- buyrun?
- merhaba. bir anket yapıyoruz da. sizce sarışınlar aptal mıdır?
- doğal değil ise, aptaldır.
- teşekkürler.
- rica ederim.

çok koyu oldu bu renk. belki, ben de aptalım...

Çarşamba, Temmuz 06, 2005

avuçlarımda hala sıcaklığın var

balıkçıdan 500 gr. kadar çipura aldım. marketten de 35'lik efe rakı. yanına manavdan bir demet roka ve bir kaç limon. fonda zeki müren. avuçlarımda sıcaklığın.

hayat ne güzel bir şey be aslında!

(bkz: sefa pezevengi)

- zeki bey, kısa keselim zira başım az biraz dönmekte.
- elbette efenim.
- şu plağın sesini de açalım biraz.
- hay hay.
- hadi hep birlikte.
- - avuuuuçlarııımda haaalaaaaa sıcaaaaklığııın sıcaaaklığııın sıcaaaaklığıııın vaaaar..inaaaan!

Salı, Temmuz 05, 2005

home sweet home

gözlerim kapanıyor. üst kirpiklerim, alt kirpiklerimle bir an önce kavuşmak ve oracıkta sevişmek istiyorlar. çok sıcak. belki de tanrı, cehenneme alıştırma yapmamızı istiyor, cehennem diye bir yer varsa tabi. tanrı diye biri var, en azından ben, inanıyorum.

buraya gelmeden hemen önce, minik ve siyah bir kediyle karşılaştım. ayaküstü lafladık biraz. daha doğrusu, ben biraz çömelmek zorunda kaldım. birlikte bi bara gidip kocaman bardaklarda süt içtik. barmen sütün yanında çerez olarak whiskas isteyince, garipsedi. salak işte! barda süt içilir mi hiç?!

kapıyı anahtarla açmayı özlemişim. bir sürü zarf birikmiş posta kutusunda. bir çoğu bankaların ''buyrun! size böyle geçirdik. artık nasıl ödeyeceksiniz, bilmiyoruz ama minimum ödeme tutarınız bilmem kaç yeteleeeee (le'yi uzatarak, evet) dir. harcarken bize mi sordunuz? bu arada, bu kadar harcamaya kazandığınız hediye tutarınız bilmem kaç yeteleeeeciktir. isterseniz bunu uçuş miline ekleyelim. ama bu puanla ancak bir kaç mil uçabilirsiniz ki otobüsle gitmeniz daha hayırlı olur. bizi tercih ettiğiniz için salaklığınıza doymayın!'' şeklindeki maruzatlarını şirin göstermek için kırmızılı morlu zarfların içine koydukları ekstrelerden ibaret. bir de beyaz bir zarf vardı, üzerinde çok güzel bir el yazısı ve siyah mürekkeple ''sevgili sersemtavuk'a'' diye yazılmış. açmadım henüz, dedim ya, çok uykum var. gözlerim kapanıyor...

Cumartesi, Temmuz 02, 2005

telesekreter aranıyor

''... alo? hayat denilen şey, yavru kedilerin ağzı gibi olsaydı keşke. süt beyazı yani. masum ötesi ya da. biliyorum, hep kandırılırdık o zaman, hep incinirdik. öç almaya bile kalkışamazdık ki tırnaklarımız incecik olurdu, dişlerimiz daha çıkmamış olurdu. olsun varsın. efendim? tabiki sevdim seni ama, nasıl söylesem, söylemeye dilim varmıyor bile bak, aşık olmadım. hayır, üzerine alınma sakın, ben hiç aşık olmadım. bundan 6 ya da 7 yıl kadar önce, uzun saçlı, minik ayaklı bir sevgilim vardı. gitar çalardı, şarkı söylerdi. gözleri simsiyahtı, gece gibi siyahtı. en çok onu sevdim ben galiba. ama onu bile aldattım. aldattım derken, başka bir adamla sarılarak uyudum sadece. o zamanlar en büyük ihanetimiz bir başkasına sarılarak uyumaktı. ne dedin? haklısın. kadınlara güvenilmez. kadınlar şeytandır. kadınlar kaltaktır. en çok da kırmızı ojeli olanları. ben bir kere sürdüm, yakışmadığını söylediler. zaten biliyorsun, uzatamam tırnaklarımı. hemen kırılırlar. evet evet. hatırlıyorum tabi. saçlarımı taramıştın sabaha kadar. nasıl unutabilirim. annem bile öyle sakin, öyle usul usul, öyle acıtmadan taramamıştı saçlarımı...alo?...''

diyecektim sana, eğer telesekreter açmasaydı telefonu.

''...dııııt...sarılarak uyumak için 1'e, ayak masajı için 2'ye, ıslak bir öpücük için 3'e, saçlarınızın taranması için 4'e, güzel bir düş için 5'e, aşık olmak için 6'ya, her şeyi unutmak için 7'ye, gidenin dönmesi için 8'e, menüyü tekrar dinlemek için 9'a basınız....dııııt...'' 1

frp oynar mısın benimle?

- ne kadar safsın,
dedi genç kadın.
ve ince uzun parmaklarıyla tuttuğu sigarasından bir nefes çekip, yüzüme üfleyiverdi.

- ama, bu benim hayatım, dedim.
- tabi tabi, dedi.

besbelli benimle dalga geçiyordu kaltak!
keşke yastığına kafasını koyar koymaz uyuyakalan insanlardan biri olsaydım ben de. öyle olsaydım, bu küstah, bu kendini bilmez kadın, gecemin içine etmeyecekti!

- var mısın, zar atalım? dedi.

attık...
2d84d10
her şey iyi de, constitution'ım düşük çıktı.

- hp bonus'u yükseltmelisin, dedi.
- allah rahatlık versin, dedim.

ortadan kayboldu...