Cuma, Ağustos 19, 2005

fırıncının kızı

uyandım...

saate baktım ama oda o kadar karanlıktı ki; göremedim. tam yanımda uyuyan adamın sol kolunu usulca kaldırıp saatine baktım. fosforlu akrep ve yelkovan 04:55'i gösteriyordu. adam biraz kıpırdandı, ''mmmm'' gibi kendinde olmayan sesler çıkarıp öbür tarafına döndü.
yataktan çıktım. üzerime yerde bulduğum xl tişörtü geçirip balkona çıktım. sokak bomboştu. serseri bir kedi, sokağın tam ortasından salına salına geçti. aşağıdaki fırının ışıkları yanıyordu. mis gibi taze ekmek kokusu gelmeye başladı. uzun zamandır bir şeyler yememiştim. karnım guruldadı. aşağıya sarkıp ''heeyyy fırıncı amca?'' dedim. fırıncı amca balkonun önüne geldi ve ''buyur?'' dedi. ''çok açım.'' dedim. ''on dakkaya kadar çıkacak, az dur.'' dedi. öylece bakakaldı. içeri girdi sonra.

bir anda, hayatımın tam o saniyede bittiğini anladım.

üzerime bir şeyler geçirip, dışarı attım kendimi. fırına girdim. fırıncı amcayla, ekmeklerin pişmesini beklerken, buğday fiyatının endeksi üzerine konuştuk. ekmekler pişince, içlerinden birini alıp sahile gittim. güneş doğmak üzereydi ve ben bir daha geri dönmek istemiyordum.

geri döndüm.
yatak boştu. adam giyinip gitmişti. masanın üzerinde küçük çapta bir kahvaltı hazırlanmıştı ve aşağıdaki fırından alınmış bir ekmek torbada öylece duruyordu. ocağın üstünde çay fokurduyordu ve masadaki küçük bir kağıtta, çirkin bir el yazısıyla şöyle yazıyordu;

''yoksun. merak ettim. kahvaltı ederiz diye düşündüm. ama hala gelmedin. merak ediyorum. gelince beni ara lütfen. benim işe gitmem lazım. çok güzelsin.''

geri dönmemem gerektiğini biliyordum.
ve herşeyin bittiğini de...