uyandım...
ve ilk o'nu gördüm...
karanlık bir kuyudaydık.
o'nun yüzü kir içindeydi. kocaman gözleriyle bana bakıyordu.
yanında yeşil, eskimiş bir sırt çantası vardı. saçları liseli yaramaz çocuklar gibi gözlerinin önüne düşmüştü. çantasının üzerinde anlamsız bir şeyler yazıyordu, latince gibi. çözemiyordum. o'nu çözemiyordum işte.
benim alnım kanıyordu. saçlarım yapış yapıştı. tişörtümün yakası paramparçaydı. berbat bir haldeydim. ve ilk o'nu gördüm.
- seni ben kurtarabilirim ancak,
dedim.
çünkü her şeyi biliyorum. hadi gel!
elini uzattı. acil çıkış kapısına doğru koşmaya başladık.
- dur!, dedi birden.
durdum...
''yaşanan yaşam, öylesine yaşanmış olan,
kutsal yakamozu, büyülü mavi denizi,
istek dolu gözleri, bir an düşer belki,
tüm dikenli teller.
herşey göz önünde, herşey bilinenin ötesinde.''
sesi...bir büyü gibiydi. bir şeyler çözüldü, bir şeyler silindi, bir şeyler anlamını buldu sanki.
ayağımın üstünden sülük gibi bir şey geçti. çantasından bir bez çıkarıp alnıma bağladı. tekrar koşmaya başladık. acil çıkış kapısından belli belirsiz bir ışık sızıyordu. kaçıyorduk. ve ilk o'nu görmüştüm.
keşke, her şeyi bildiğimi iddia etmeseydim.