Pazar, Temmuz 30, 2006

bu kent peşini bırakmayacak

istanbul,
hayatımı sana emanet ettim,
bir üsküdar vapurundan,
son anda atlarken,
karşı kıyıya.

aynı gökyüzü,
dururken üzerimizde,
dudaklarımız hiç birleşmeyecek bu sefer.


mnkym!

vişneli pasta

- neden böylesin?
- çünkü çok şey biliyorum.



yaşlı bir kadınla, boktan bir pastanede oturuyoruz. hava iyice kararmış. yaşlı kadın, aslında hiç yaşını göstermiyor. sadece güzelim yeşil gözleri iyice küçülmüş ve bana büyük bir umutsuzlukla bakıyor. yaşlı kadın, benim annem.


anlatamıyorum...anneme bile anlatamazken, bütün bu inanlara nasıl anlatabilirim ki?! sistemle uyuşamıyorum işte. bu lanet olasıca sisteme dahil olmak istemiyorum. boğuluyorum. daralıyorum. ölecek gibi oluyorum ulan!


- ama hayat böyle. uymak zorundasın.
- ne münasebet ya. değilim uymak zorunda falan.
- herkes uyuyor ama.
- herkes değil anne. ben ve benim gibiler uymuyor. uyamıyoruz.
- e ne olacak peki böyle?
- bilmiyorum. şimdilik sadece çabalıyorum. ama inan, çok sıkıldım. yaşamaktan da sıkıldım.


insan yaşamaktan sıkılınca, yani o noktaya geldiği zaman, bütün bu manav tezgahındaki üzüm taneleri, parlayan güneş, buz gibi köpüklü bir bira, insanı bir anda alıp geçmişe götüren bir melodi, ayağa sürtünüp ''sev beni'' diye yalvaran bir sokak kedisi...hiçbiri umrunda olmuyor. hiçbir anlamı yok.


kimseyi daha fazla üzmek istemiyorum. kendimi de.


- eve dönerken pasta alalım mı?
- alalım. ama para yok ki yanımda.
- benim var.


kocaman, vişneli bir pasta alıyorum.
ama hiç yiyesim yok.
yiyemiyorum.

Pazar, Temmuz 23, 2006

uyanmak istemiyorum

uyandım.

bir kadın olarak; kendimi pembe jartiyerli bir kıza arkasından sarılmış dansederken görünce, güne psikolojim bozulmuş olarak başladım doğal olarak. neyse ki sıcak su, neskafe, krema ve şeker vardı mutfakta. hepsini yeşil bir fincana boca ettim. bir güzel karıştırdım. sonra fincanı nedense mutfak masasının üzerine bırakıp yatağıma geri döndüm. yastığın üzerindeki uzun kıvırcık saçlara baktım bir süre. sonra sahibini uyandırmamak için imtina ederek kokladım. şampuan kokuyordu. şey gibiydi; hiçbir derdin, tasanın, sıkıntının, kederin, gözyaşının olmadığı bir hayat gibi. parmak uçlarımla lüleleri kıvırmak için dayanılmaz bir istek vardı içimde. ama yapamadım. yatağın kendime ait bölgesine çekildim ve kendi saçlarımı çekiştirmeye başladım.

- aa! uyanmışsın.
- evet. kahve içer misin?
- içerim.

mutfağa gidip masanın üzerindeki kahveyi aldım ve henüz ayılamadığı için nereye uzanacağını bilmeyen ellerin içine bıraktım.


- ne çabuk yaptın?
- yapmıştım zaten.
- sen içmiyor musun?
- hayır.
- iyi misin?
- evet.
- bir şey mi oldu?
- şey...saçlarınla oynabilir miyim?
- ahahha. elbette.

bir kez daha uyandım. yastığın üzerinde bir kaç kıvırcık saç teli, burnumda şampuan kokusu, masada sıcak bir fincan kahve vardı ve banyodan şarkı söyleyen bir adam sesi geliyordu. sanıyorum bu rüya, hiç bir zaman bitmeyecek. belki de ben gerçekten uyanmak isteyene kadar sürer. öyleyse uyanmak istemiyorum. uyanmayacağım.

bi de; şampuan kokan bir hayat istiyorum artık. kuaförlerdeki dandik şampuanlara bile razıyım. yeter ki saçlarımı yıkarken çekiştirip canımı acıtmasınlar.

Perşembe, Temmuz 20, 2006

yüksek yüksek topuklar

ince topuklu ayakkabı giymeye başladım artık. çıkardığı ses çok hoşuma gidiyor. tik...tik...tik...tik...pek kibar, pek hanım oldum. ara sıra içimdeki umarsız tavuk ortaya çıkıp gıdaklamaya başlasa da susturuyorum kendisini. en azından mesai saatleri içersinde. geri kalan zamanlarda, alabildiğine edepsizim. eskisi gibi. kah cilve yapıyorum, kah ayar veriyorum. bazen ne yapacağımı karıştırınca, sadece duruyorum. durmayı öğrendim sanırım en sonunda.

ne diyordum...ince topuklu ayakkabılar. insan alışık olmayınca kullanmasını da bilmiyor tabi. ''araba mı bu be?'' demeyin, hiç giymediyseniz, ağzınızı bile açmaya hakkınız yok zira. meşakkatli bişey bi kere. her an düşebilirsiniz. bir yerlere takılabilirsiniz. en fenası da, topuğunuz ''çıt'' diye kırılabilir. gerçi, kalbinizin kırılmasından iyidir. bırakın topuğunuz kırılsın. nasıl olsa tamir edilir.

benim ki kırıldı mesela bugün. yani topuğum. bir daha kalbimin kırılmasına izin vermeyeceğime and içtim sonuç itibariyle, o sağlam. ama topuk dandik çıktı. en yakın ayakkabı tamircisine götürdüm.

- kırıldı bu.
- yaparız.
- yapın.
- yapalım.
- bir daha kırılmaz değil mi?
- yürürken dikkat ederseniz kırılmaz.
- nasıl dikkat edersem? yürürken sadece yürüyorum, topuğum aklıma gelmez ki.
- nazik olmak gerek.
- nasıl yani? danseder gibi mi yürümeliyim?
- koşarsanız olmaz mesela.
- ama ben nerdeyse koşar gibi yürürüm. bir yere yetişmek zorundaymışım gibi. ya da arkamdan kovalıyorlarmış gibi.
- evet.
- o zaman kırılır tabi, değil mi?
- evet.
- o zaman yine getiririm size.
- evet.
- farkındaysanız çok salak bir diyalog oluyor bu. hayırlı işler dileyeyim ben size. bir kaç gün içinde alırım ayakkabılarımı.
- evet.

ayakkabılarımı orada bırakıp çıktım. bir süre düz taban ayakkabılarımı giymek zorundayım tabi. tuhaf hissettim kendimi. alışmışım demek ki bu kadar kısa bir süre içinde. ve bunu anlamam için bir şeyleri kırmam gerekiyormuş. ah! her zamanki halim.

bir daha çok hızlı yürümeyeceğim.

Pazar, Temmuz 16, 2006

bye bye bird

daha bu sabah, gözlerimi bambaşka bir evde, bambaşka bir yatakta açtım. gevrek,beyaz peynir ve çay gibi muhteşem bir üçlü eşliğinde kahvaltımı yapıp günün gazetelerini okurken; masada taze koparılmış yaseminler, tam karşımda yemyeşil bir deniz vardı. ve ben mutluydum. gerçekten mutluydum. hayatım bir parça eksik dursa da, en azından sorunsuz devam ediyordu en nihayetinde. ihtiyacım olan şeylere sahiptim. ve yaseminler çok güzel kokuyordu.

ama şimdi; sanki bilmediğim biri, bilmediğim bir şey; yüreğimi ellerinin arasına alıp sıkıyor. yaşamak çok anlamsız geliyor. uyanmak, çalışmak, bir şeyler yemek, bir şeyler içmek, dansetmek, aşık olmak, nefret etmek, sevişmek, bir yerlere gitmek, birileriyle konuşmak, özlemek, gülmek, ağlamak, yenmek, yenilmek, uyumak ve yine uyanmak; çok anlamsız. oysa yaşamak tam da böyle bir şeyler işte. daha ne bekliyordum ki?

tatminsiz biri olmaktan korkuyorum. oysa, küçük şeylerden mutlu olmayı bilen biriydim ben. neler oluyor böyle, anlamıyorum. ya da anlamak istemiyorum. belki de çok kurcalamamak gerekiyor. sadece devam etmeliyim. hayatın bana bir yerlerde yapacağı sürprizi beklemeliyim. umarım güzel bir sürpriz olur. umarım...


yakında öleceğim uykusuzluktan.

Perşembe, Temmuz 13, 2006

renkli rüyalar

ve geçiyor hayat; geriye kalan bir parça acı, bir parça can sıkıntısı, bir parça kahkaha. ortaya karışık misali. benimkisinin çikolatalısı fazla olsun!

berbat bir rüya gördüm. anlatacak değilim. o vardı. zaten her rüya gibi saçma sapan bişeydi. ve ne yazık ki rüyalarımı kontrol edemiyorum ben. bi ara uyandım, çişim gelmiş. tuvalet hemen odamın yanında. gözlerimi falan açmayınca uykum dağılmıyor neyse ki. sadece omuzumu kapıya çarpıyorum ara sıra. ya da kedinin kuyruğuna falan basıyorum. öyle gözler kapalı dönünce yatağa, devam ettim kaldığım yerden. iyice saçma sapan oldu. ahahaha!

- canım. biraz daha peynir almaz mısın? dur ben sana sosis de vereyim. ay sen doymazsın şimdi, dolapta ne var başka bakayım. tost yapayım mı sana?

ahahha! bu ne be?

çok yorgunum ulan! daha ziyade uykusuzum. bünye alışkın değil bi kere. uzunca bir süredir götünü devirmeye, canı ne isterse yapmaya, nereye gitmek isterse oraya gitmeye alışmış tabi. e bir ömür de böyle geçmez ki ama? yani parasına ve kariyerine koyayım, size bişey olmasın ama; canım sıkılıyor evde allah sizi inandırsın. hem böyle sivri burunlu, ince topuklu, deri bir ayakkabı görüyorum mesela vitrinde. fazla alışkın değilimdir ama nasıl güzeller, sahip olmak istiyorum. içimdeki tüketim canavarı ''al onu banaaaaooööaaargg!'' diye haykırıyor. alamıyorum. aldıramıyorum. zengin bir koca bulup bütün gün evde kitap okusam, kendi kitabımı yazsam, yemek pişirsem, sinemaya gitsem falan ve fakat o da olmaz. yapamam.. o kadar da beceriksizim.


çıkamadım işin içinden. en iyisi yatıp uyuyayım ben. rüyasız bir gece olsun tanrım, lütfen. pls ok tşk.

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

üşümek istiyorum artık

sabahtan beri televizyonda, türk filminin biri bitiyor, biri başlıyor. ojelerimi çıkardım, tırnaklarımı kestim. yine uykum var. atarax'ın kapağını bile açmamama rağmen, deli gibi uyukluyorum günlerdir. ayılmaya çalışıyorum. yorgunum. hayatımda ilk defa bir şeyleri doğru yapmak istiyorum artık. doğru bir işim olsun istiyorum. doğru insana aşık olmak istiyorum. doğru yazılar yazmak, doğru kitapları okumak, doğru insanlarla arkadaşlık etmek, doğru sözler söylemek, doğru yollara girmek, doğru ilaçları içmek istiyorum.

oysa; hayatım, dört yanlış bile değil, bir yanlışın bir doğruyu götürmesinden ibaret. ne kadar ironik! ve uzun saçlı kızılderili adamın dediği gibi; ''her süreç bir başkasının doğurucusu zaten bu s.ktiğimin hayatında, her hata bir diğerinin sebebi.'' oysa birilerinin kahramanı olmak ne tuhaf. içimden buruk bir tebessüm ediyorum sadece. uzun saçlı kızılderili adama verebileceğim tek cevabım var; ''hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil.''

kimse, kimsenin kahramanı değil. sanırım, artık kahramanlara inanmıyorum. zira hepsi de, gerçek hayatlarında, bildiğimiz orospu çocuğu. belki de, daha fazla yalan dolana katlanmak istemiyorsak, hepimiz, kendi kahramanlarımız olmalıyız kendimizin. ki bu bile çok zor.

tam bu esnada, telefon çalıyor. hiç beklemediğim bir anda, bir gezi teklifi alıyorum.

- hadi! hazırlan. şehirdışına gidiyoruz!

tam da ihtiyacım olan şey. tam da hep gitmek istediğim; bir şeyleri unutmak, bütün kötülüklerden, olumsuzluklardan, lanetten, yalanlardan, dolanlardan uzaklaşmak için bir zamanlar, koşarcasına kaçmak istediğim, ama gidemediğim şehir. bazen, işte böyle, gidemezsiniz. zaman geçer, herşey değişir. ve kader, sizi illa ki oraya götürür. üstelik tek başıma da değilim.

arabanın içinde sevdiğim biri olmasaydi eğer; yolda radyoda boktan bir aşk şarkısı çalarken ve ayağım gaz pedalını sonuna kadar zorlarken, gözlerimi kapatmak isterdim. gözlerim kapalı ve ben bağıra çağıra şarkı söylüyorum. ama aşk şarkısı çok anlamsız olurdu. illa ki bir şarkı çalacaksa, hayat hakkında olmalı. zira aşktan ziyade, benim sorunum hayatın kendisiyle. her zamanki gibi.

- çanakkale geceleri serin olabilir. kalın bişiler al yanına.
- üşümek istiyorum artık.