ince topuklu ayakkabı giymeye başladım artık. çıkardığı ses çok hoşuma gidiyor. tik...tik...tik...tik...pek kibar, pek hanım oldum. ara sıra içimdeki umarsız tavuk ortaya çıkıp gıdaklamaya başlasa da susturuyorum kendisini. en azından mesai saatleri içersinde. geri kalan zamanlarda, alabildiğine edepsizim. eskisi gibi. kah cilve yapıyorum, kah ayar veriyorum. bazen ne yapacağımı karıştırınca, sadece duruyorum. durmayı öğrendim sanırım en sonunda.
ne diyordum...ince topuklu ayakkabılar. insan alışık olmayınca kullanmasını da bilmiyor tabi. ''araba mı bu be?'' demeyin, hiç giymediyseniz, ağzınızı bile açmaya hakkınız yok zira. meşakkatli bişey bi kere. her an düşebilirsiniz. bir yerlere takılabilirsiniz. en fenası da, topuğunuz ''çıt'' diye kırılabilir. gerçi, kalbinizin kırılmasından iyidir. bırakın topuğunuz kırılsın. nasıl olsa tamir edilir.
benim ki kırıldı mesela bugün. yani topuğum. bir daha kalbimin kırılmasına izin vermeyeceğime and içtim sonuç itibariyle, o sağlam. ama topuk dandik çıktı. en yakın ayakkabı tamircisine götürdüm.
- kırıldı bu.
- yaparız.
- yapın.
- yapalım.
- bir daha kırılmaz değil mi?
- yürürken dikkat ederseniz kırılmaz.
- nasıl dikkat edersem? yürürken sadece yürüyorum, topuğum aklıma gelmez ki.
- nazik olmak gerek.
- nasıl yani? danseder gibi mi yürümeliyim?
- koşarsanız olmaz mesela.
- ama ben nerdeyse koşar gibi yürürüm. bir yere yetişmek zorundaymışım gibi. ya da arkamdan kovalıyorlarmış gibi.
- evet.
- o zaman kırılır tabi, değil mi?
- evet.
- o zaman yine getiririm size.
- evet.
- farkındaysanız çok salak bir diyalog oluyor bu. hayırlı işler dileyeyim ben size. bir kaç gün içinde alırım ayakkabılarımı.
- evet.
ayakkabılarımı orada bırakıp çıktım. bir süre düz taban ayakkabılarımı giymek zorundayım tabi. tuhaf hissettim kendimi. alışmışım demek ki bu kadar kısa bir süre içinde. ve bunu anlamam için bir şeyleri kırmam gerekiyormuş. ah! her zamanki halim.
bir daha çok hızlı yürümeyeceğim.