uyandım.
bir kadın olarak; kendimi pembe jartiyerli bir kıza arkasından sarılmış dansederken görünce, güne psikolojim bozulmuş olarak başladım doğal olarak. neyse ki sıcak su, neskafe, krema ve şeker vardı mutfakta. hepsini yeşil bir fincana boca ettim. bir güzel karıştırdım. sonra fincanı nedense mutfak masasının üzerine bırakıp yatağıma geri döndüm. yastığın üzerindeki uzun kıvırcık saçlara baktım bir süre. sonra sahibini uyandırmamak için imtina ederek kokladım. şampuan kokuyordu. şey gibiydi; hiçbir derdin, tasanın, sıkıntının, kederin, gözyaşının olmadığı bir hayat gibi. parmak uçlarımla lüleleri kıvırmak için dayanılmaz bir istek vardı içimde. ama yapamadım. yatağın kendime ait bölgesine çekildim ve kendi saçlarımı çekiştirmeye başladım.
- aa! uyanmışsın.
- evet. kahve içer misin?
- içerim.
mutfağa gidip masanın üzerindeki kahveyi aldım ve henüz ayılamadığı için nereye uzanacağını bilmeyen ellerin içine bıraktım.
- ne çabuk yaptın?
- yapmıştım zaten.
- sen içmiyor musun?
- hayır.
- iyi misin?
- evet.
- bir şey mi oldu?
- şey...saçlarınla oynabilir miyim?
- ahahha. elbette.
bir kez daha uyandım. yastığın üzerinde bir kaç kıvırcık saç teli, burnumda şampuan kokusu, masada sıcak bir fincan kahve vardı ve banyodan şarkı söyleyen bir adam sesi geliyordu. sanıyorum bu rüya, hiç bir zaman bitmeyecek. belki de ben gerçekten uyanmak isteyene kadar sürer. öyleyse uyanmak istemiyorum. uyanmayacağım.
bi de; şampuan kokan bir hayat istiyorum artık. kuaförlerdeki dandik şampuanlara bile razıyım. yeter ki saçlarımı yıkarken çekiştirip canımı acıtmasınlar.