ağzınızdan çıkan sözcüklerin ya da aklınızdan geçen düşüncelerin ya da bedeninizden yansıyan hareketlerin farkında mısınız? bir ucunda ''mutluluk'', diğer ucunda ''acı''nın yer aldığı bir skala üzerinde gidip geliyorum sayenizde. tam ortasında, ''umursamıyorum'' var. bakın işte orada. ve ben ''umrumda bile değil.'' diyorsam, gerçekten öyledir. yani gerçekten umrumda değildir. ne yazık ki, aynı şeyi, ''mutluyum.'' ve ''acıdan geberiyorum.'' için söyleyemeyeceğim.
çok çok eski zamanlarda, kendini prenses sanan bir prenses yaşarmış. bu prensesin aslında loreal'in son çıkan boyasıyla boyanan sapsarı saçları ve fotoğraflarda ne kadar rötuşlanırsa rötuşlansın bir türlü düzgün çıkmayan bir burnu varmış. ve her prenses gibi kocaman bir köpek beslermiş evinde. çünkü her prenses gibi başına bir şey gelmesinden korkarmış. oysa ki prensesin köpeği körmüş. yani zaten prensesi hiç bir tehlikeden kurtaramazmış. nitekim bi gün, salak prenses, aynı zamanda götü de kocamanmış ama giydiği o kabarık eteklerden anlaşılmıyormuş elbette, bankaya annesinin hesabına para yatırmaya giderken, köşebaşındaki bir serseri yolunu kesmiş. ''ya paranı ya götünü?'' demiş prensese. prenses bir kaç dakika düşünmüş ve ''pi= 3,14'' demiş. bunun üzerine koca göbekli pis serseri, prensese aşık olmuş. gökten bir bok düşmemiş. gökten elma düştüğü nerde görülmüş canım? siz de anlatılan her masala inanıyorsunuz ama. çocuk gibisiniz.
evet, orada öylece dursanız bile, bana dokunuyorsunuz.
yine de, ölmenizi istemem. hiç kimse ölmesin. prenses bile.