gözümü camdan ayırmıyorum. bilmem kaç defa geçtiğim için, mantık olarak artık ezberlemem gereken yollara bir daha bakıyorum. seçeneklerim kısıtlı zaten. ya pencereden dışarıda akan manzarayı izleyeceğim ya da tam önümdeki 16 numaralı koltuğun yıpranmış döşemesini. taktir edersiniz ki, tam iki buçuk saat boyunca, ikincisini yapacak kadar uyuşmadım henüz. küçük minibüsümüz, enginar tarlalarından geçiyor. kapısında yüzü traş köpüğüyle kaplanmış arko adamı'nın berbat bir resminin asılı olduğu berber dükkanının önünden geçiyor. tam ortasında kafasını yola çevirmiş öylece duran bir eşeğin olduğu bahçelerden geçiyor. enginarların da, köy berberinin de, eşeğin de farkındayım. bir şeyler düşünecek gibi oluyorum ama, yapamıyorum. her şey birbirine karışıyor. düşünmek varsın filozofların işi olsun. descartes, var olmaya devam etsin. ben artık düşünmüyorum.
>minibüs duruyor. son durağa geldik. 657 sayılı kanun'a tabi olmanın güvencesini ve geri dönülmez yavanlığını yaşayan memurlar, hiç bir kanuna tabi olmamanın mutluluğunu yaşayan köylüler ve neye tabi olduğunu aramaktan artık usanmış benden ibaret olan minibüs boşalıyor bir anda. verdiğim paranın karşılığının içinde bir miktar da olsa yer alan kdv makbuzumu her zamanki gibi vermeyen şoförle göz göze geliyorum. ağzımı araladığım an, şoför gözlerini kaçırıyor. aralanmış ağzım ve ben, minibüsün kıçındaki küçük çantamı alıp oradan uzaklaşıyoruz. varsın, özbilmemne turizm ve taşımacılık ltd. aş. devletten vergi kaçırsın. vergilendirilmiş kazanç kutsal olmaya devam etsin. ben bu işe bulaşmak istemiyorum.
şehrin bir ucundan diğer ucuna, elimde küçük çantam ve aralanmış dudaklarım, nihayet varıyoruz. anahtarla kapıyı açınca, uzun süredir evin bomboş olduğunu hatırlatan o havasızlık burnuma çarpıyor. dudaklarım kapanıveriyor. koltuğa oturuyorum ve başımı ellerimin arasına koyuyorum. ve ''çaresizlik'' denen hissin, hislerin içinde en boktanı olduğu konusunda beynimle fikir birliğine varıyoruz. gerçi bi ara beynim, ''pişmanlık'' ve ''umutsuzluk'' arasında bocalıyor ama, hemen ikna ediyorum kendisini. çaresizlik, şüphesiz ki en boktanı. o oradayken ve ben buradayken, başka türlü düşünmem imkansız.
uykum var. açım. çişim geldi. sims karakteri gibi hissediyorum kendimi. uyumak istiyorum. karnımı doyurmak istiyorum. çişimi yapmak istiyorum. sonra mesela, duş almak istiyorum. birilerine sarılmak istiyorum. sevgilimle öpüşmek istiyorum. para kazanmak istiyorum. para harcamak istiyorum. salonun duvar kağıtlarını değiştirmek ve yeni bir kanepe almak istiyorum mesela. diğer mahalledeki komşuları, evime davet edip, çene çalmak istiyorum. ellerimi yukarı doğru kaldırıp, tam karşıya bakarak anlamsız sesler çıkarsam? ''heeey! müdahale etsene! bir şeyler yap! kurtar beni. ne biçim oyun oynuyorsun, tanrı aşkına?!''
koltuğuma dönüp başımı ellerimin arasına alıyorum. varsın oyunu oynayan her kimse, hayatımı save etmiş ve ekranın başından defolup gitmiş olsun. varsın yoksunluktan bayılıp koltuğun üzerine yığılıp kalayım. ben artık bu oyunu oynamıyorum.