- uyan!
kirpiklerim birbirine yapışmış. gözlerimi açıyorum. odamdayım. en son karların ortasındaki bir çocuk parkında, plastik bir salıncakta sallanıyordum. arkamda her kim varsa o kadar hızlı sallıyordu ki, korkuyordum ve burnum kanamaya başladı. burnumun kanadığını kimse bilsin istemiyordum. karların üzerine düşen kanın ne kadar dikkat çekici ve bir o kadar arabesk görüneceğini düşünüp, ellerimle burnumu tuttum. ve salıncak, popomun altından yavaşça kayıverdi. odamdayım. kar yağmıyor. gayet ılık bir hava var. ve burnum kanamıyor.
- kahkahalarını o kadar özledim ki.
ben de. ben de kahkahalarımı çok özledim.
hemen herkesin, ortalaması alındığında, mutluluktan daha fazla acı çektiğine inanıyorum ben de, andrew gibi. ama kimsenin acısı, kendi acısı gibi koymuyor. kimse, bir başkasına, kendisine acıdığı gibi acımıyor. ben hiç değilse ''bencilim ben.'' deme cesaretini gösteriyorum, peki ya siz? ah evet, siz. egolarınızı bilinçaltının derinliklerine gömdüğünü iddia eden siz şaşkınlar. bir başkasına yerinizi verme lütfunu gösterdikten sonra, yaka paça tutup oturduğu yerden kaldıran siz zavallılar. yaşamayı beceremedikten sonra, yaşamayı avucunun içi gibi bildiğini sanan siz küstahlar. en adi günahı işledikten sonra, kendi günahının binde birine tahammül edemeyen siz ikiyüzlüler. kim bencil? ben mi? bir daha düşünseniz diyorum.
yakın zamanda çok yakın bir dostumla aramız bozuldu. nedenlerini ifşa edecek kadar mal değilim ve fakat, benim kendisine gösterdiğim değeri ve özeni, o benden gözüme soka soka esirgedi diyeyim, anlayın siz. kendisine ayar niyetiyle yazdığım bir yazı, elbetteki yerine ulaştıktan sonra, özürler dilendi, affet lütfenler sıralandı, çok pişmanımlar saçıldı falan. ''samimiyetine inanmıyorum artık. bu aralar çok kötüyüm. toparlayınca konuşalım, lütfen.'' diye mesaj attım kendisine. yılmadı! defalarca aradı! arıyor! aramasın! vicdan azabı denen şeyin ne olduğunu çok iyi bilirim. ve bundan sonra ne kendime ne bir başkasına, vicdan azabından kurtulma şansı verebileceğimi sanmıyorum. çünkü ben, affetmiyorum. üzgünüm. bundan sonra kimse hafifleyemeyecek! bilet kesilmiştir. ve her aklı ahir insan bilir ki, kesilen bilet, iade edilmez. bir kez daha üzgünüm.
kimsenin canını yakmak istemiyorum. ruhuma yapışan bu balgam kıvamındaki öfkeyi tükürmek, yüreğimi kanırtan bu cam kesiği formundaki hayal kırıklığını cımbızla tek tek temizlemek, gözlerimdeki bu niagara misali acıyı büyük sahra misali kurutmak istiyorum. bir an önce. bunun için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.
- şikayetiniz nedir?
- ben...ben bir tablonun içindeydim doktor. ve o tablo o kadar güzeldi ki. renklerine layık olmadığımı düşünüyordum. şimdi tablonun dışındayım. dışardan bakabiliyorum. ve gördüğüm şey, beni ürkütüyor doktor. ben nasıl böyle bir resimde yer alabildim doktor? nasıl? nasıl? nasıl?
- her sabah bir tane lustral.
- ben...o yeşilleri gördüm doktor. o yeşilleri, kırmızıları, sarıları gördüm! böyle simsiyah değildi. yemin ederim. gördüm. gördüm. gördüm.
- her gece bir tane risperdal.
- ben...ben affettim doktor. ama kendimi hiç affetmedim. hiç affetmeyeceğim.
- iki hafta sonra sizi tekrar görmek istiyorum.
- ben...ben...
keşke size çektiğim bu acının fotoğrafını koyabilseydim tam buraya. yazık ki, teknoloji, ne ruhumu ne de kendisini delik deşik eden serum şişelerini gösterecek kadar gelişmedi. çok şanslısınız!
- uyan!
- niçin? bugün dünden daha iyi değildi.
peki yarın?
yarın bugünden daha iyi olacak mı?