siyah deri koltuğa uzandım. odanın pencerelerinden sarkan ve koltukla inatlaşırcasına bembeyaz olan tül perdeler, akşam rüzgarıyla uçuşup duruyordu. açık radyo açıktı ve 70'lerden bir rock'n'roll usulca dansediyordu odada. mükemmel bir terapi seansına yakışır bir atmosferdi vesselam! ve jung, elinde piposuyla odaya girdi.
- miss tavuk, umarım çok bekletmemişimdir.
- rica ederim mr. jung. geçen hafta mr. freud ile terapi yaptık. çok başarılıydı. size selamlarını iletti bu arada. son mektubunuzu almış ve en kısa zamanda yanıtlayacakmış. elçiye zeval olmaz tabi.
gülümseyerek kafasını hafifçe eğdi ve piposundan bir fırt çekerek tam karşıma, oturduğum siyah ve deri koltuğun diğer eşine oturdu.
- çok acaip bir rüya gördüm mr. jung. rüyalarla özel olarak ilgilendiğinizi biliyorum. bütün bir gün kafamın içinde dönüp durdu. çok etkilenmiş olmalıyım. kısaca anlatmalıyım. kocaman bir salondayım.yetkililerin son anda uyardığı üzere çok şiddetli bir fırtına başlıyor ve ben kapıları, pencereleri sıkıca kapatana kadar içeriye bir sürü karga doluşuyor. bir çoğu ölmüş ve salonun ortasında kapkara, öylece yatıyorlar. hiç bir şey yapamıyorum. çok tuhaf değil mi? sizce ne anlama gelebilir bu?
- rüyalarla ilgili bir teorim yok. nasıl ortaya çıktıklarını bilmiyorum rüyaların. ayrıca, benim onları ele alma biçimimin bilimsel bir yöntem sayılabileceğinden bile emin değilim. belirsiz ve kişinin o anki keyfine çok bağlı şeyler oldukları için, rüya yorumlarına karşı hepinizin taşıdığı önyargıları ben de paylaşıyorum. ama öte yandan, bir rüyayı gerçekten enine boyuna defalarca incelediğimizde, bunun büyük bir ihtimalle bizi bir yerlere götürebileceğini de düşünüyorum. tabii ki bunun bilimsel bir vargı ya da akılcı bir sonuç olması gerekmiyor, fakat bilinçaltının amacının ne olduğunu, "bilinçaltının aklından neler geçtiğini" gösterecek bir ipucuna varabileceğimizi söylüyorum
- ah, anlıyorum. lakin rüyamı enine boyuna inceleyecek zamanımız yok sanıyorum. peki, şu ortaklaşa bilinçdışı denen şey. uzun süredir araştırıyorum; evrenin tesadüfler üzerine kurulu olduğunu düşünürdüm daha önce. oysa siz, hiç bir şeyin tesadüf olmadığına inanıyorsunuz. bu çok garip. kanımca, tesadüfleri reddetmek; altından kalkamayacağımız sonuçlar doğuracaktır.
- dünya karşıtların dengesi ile ayakta durmaktadır. bütün bir insan olmanın yolu da kendi içindeki karşıtları keşfetmekten geçer.
- peki persona? ben ki, toplum denen bu tuhaf güruha uyum sağlamayı bile beceremiyorum. üzerine bir de toplumsal maske takıp toplumun tam içinde dolaşacağım, öyle mi? aynı şey, ikili ilişkiler için de geçerli. kendi içimdeki karşıtları keşfettim diyelim;ya karşımdakinin karşıtlıkları ne olacak?
- bir insanı anlamak istiyorsanız, öncelikle insanlar hakkında bildiğiniz her şeyi, ama her şeyi unutmalısınız.
- artık hiç kimseyi anlamak istemiyorum ne yazık ki. zira kendimi bile anlayamıyorum. varoluş acısı denen bir şey var, değil mi mr jung? yamulmuyorsam; heidegger ortaya atmıştı. kendisine katılıyorum. "insan doğuştan sıkıntılıdır ve hayatı boyunca da sıkıntılı kalacaktır" der ve devam eder; ''bütün canlıların bir amacı vardır, en azından besin zincirini tamamlarlar.. insana göre kalemin amacı yazmak, kağıdın ki ise yazılmaktır. ama kendisinin belirlenmiş bir amacı yoktur.. kendini hep tarif etmeye, hayatına anlam yüklemeye çalışır ama çoğu zaman anlam arayışına geri döner." işte tam bu noktadayım. ve bu noktayı hangi noktayla birleştirmem gerektiğini bilmiyorum.
- tipik bir içe dönük düşünce karakter örneği. mükemmel!
- teşekkür ederim. bu arada, burada ne yazıyor?
- vocatus adque non vocatus, deus aderit.
- malesef latince bilmiyorum mr. jung.
- çağrılsın veya çağrılmasın, tanrı vardır.
- öyleyse çağırmayalım mr. jung. zira seansımız sona erdi.
- ah, evet. ne yazık! size aşkın şefa terapisini uygun buldum. bir sonraki seansımızda uygulamaya başlayabiliriz.
- aşkın şifa terapisi mi? vay canına!
- eheh.
ve odadan çıktım.
hava iyice kararmış, bulutlar gökyüzünde toplanmış ve rüzgar şiddetini iyice arttırmıştı. o sırada siyah kargaların tam tepemde uçuştuklarını farkettim. kulaklarımda en hızlısından rock'n'roll çalıyordu ve anlamsız bir şekilde mutluydum.