hayatımın ilk ölüm tehlikesini atlattığımda, 8 yaşındaydım. zaten oturduğumuz eve oldukça yakın sayılabilecek okuldan evime dönüyordum. okul hayatına adım attığım günden bir gün sonrasından itibaren, okuldan eve hep tek başıma döndüm zaten. neyse, konumuz bu değil. oturduğumuz evin hemen önünde cadde denemeyecek kadar dar ama sokak denemeyecek kadar da geniş bir yol vardı. karşıdan karşıya geçerken, birinci sınıfta öğretilen ''önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola bak.'' felsefesini çoktan unuttuğum için öylesine adımımı attım yola. zaten ders adı altında öğretilen işime yarar bilgileri hep unuttum. neyse, konumuz bu da değil. adımımı atmamla sol taraftan gelen bir arabanın tamponuyla buluşmam bir oldu. biraz sürüklenip yere düştüm. neyse ki araba zamanında durmuştu. başıma toplanan insanların arasından sınıf ve aynı zamanda mahalle arkadaşım olan güngör'ü görebiliyordum. hemen halit'i aradı gözlerim. o da sınıf ve aynı zamanda mahalle arkadaşımdı ve her ikisi de bana aşıktı. ama ben halit'i seviyordum. ''el kadar bebeyken ne aşkı canım?'' demeyin rica ederim. bebekler de sever! ajahjhja!
derken uzunca boylu, aynı babam gibi takım elbise giymiş ama babamdan çok daha genç bir abi beni kaldırdı. ''iyi misin? bir yerinde ağrı sızı var mı?'' dedi. ''evet.'' dedim, hangi sorusuna ''evet'' dediğimi pek de bilmeden. abi beni elimden tuttu. üzerimi silkeledi. ''yok bi şeyin neyse ki.'' deyip korku dolu bir ifadeyle kalakalan arabanın şoförüyle tartışmaya başladı. kalabalık yavaşça dağılmaya başladı. araba ve arabanın şoförü gittiler. abi beni karşıya geçirip ''nerde oturuyorsun?'' dedi. elimle apartmanı gösterdim. ''şurda'' dedim. ''tamam o zaman. hadi bakalım. doğru eve git şimdi. bir daha da karşıdan karşıya geçerken çok dikkatli ol.'' dedi. artık halit'i falan sevmiyordum. bu abiyi seviyordum. o'nu bir daha hiç görmedim ama hayatım boyunca karşıdan karşıya geçerken hep dikkat ettim.
ilerleyen yıllarda yaz tatilinde denizde arkadaşlarımla kanonun üzerinde tepişirken kafama kanonun ''çotank!'' şeklinde çarpması, uyduruk ihlas marka ısıtıcı ile duş alırken elektrik çarpması, gecenin bir vakti alsancak'ta haplanmış bir sokak çocuğu tarafından bıçak çekilmesi, antalya'da evime gitmek üzere asansörle yukarı çıkarken sapığın birinin ayağını asansörün kapısına koyup benimle konuşmaya çalışması ve nihayet psikolojimin dibe vurduğu bir anda sevgilim beni anlamıyor gerekçesiyle eve dönerken eczaneden bir kaç kutu hap almayı kafaya koymam gibi birbirinden salak, birbirinden komik, birbirinden saçma tehlikeler atlattım şu orta uzunlukta sayılabilecek ömrümde.
ama dün akşam yaşadığım tehlikeyi tek geçiyor, favorim ilan ediyorum. şöyle ki; yaklaşık 20 metre kadar uzağıma yıldırım düştü! ajhahha! o ne ışık, o ne gürültüydü tanrım! oldukça kısa süren şoku atlattıktan sonra düşündüm: yıldırım çarpması sonucu ölmek gerçekten çok...çok...absürd olurdu! evet. ölseydim eğer, muhtemelen cenazemde şöyle bir şeyler olurdu.
- rahmetliyi nasıl bilirdiniz?
- fena değildi işte. iyi biriydi çoğu zaman. yağmuru çok severdi. öyle severdi ki, tam da kendisine yakışan şekilde öldü.