ağzınızdan çıkan sözcüklerin ya da aklınızdan geçen düşüncelerin ya da bedeninizden yansıyan hareketlerin farkında mısınız? bir ucunda ''mutluluk'', diğer ucunda ''acı''nın yer aldığı bir skala üzerinde gidip geliyorum sayenizde. tam ortasında, ''umursamıyorum'' var. bakın işte orada. ve ben ''umrumda bile değil.'' diyorsam, gerçekten öyledir. yani gerçekten umrumda değildir. ne yazık ki, aynı şeyi, ''mutluyum.'' ve ''acıdan geberiyorum.'' için söyleyemeyeceğim.
çok çok eski zamanlarda, kendini prenses sanan bir prenses yaşarmış. bu prensesin aslında loreal'in son çıkan boyasıyla boyanan sapsarı saçları ve fotoğraflarda ne kadar rötuşlanırsa rötuşlansın bir türlü düzgün çıkmayan bir burnu varmış. ve her prenses gibi kocaman bir köpek beslermiş evinde. çünkü her prenses gibi başına bir şey gelmesinden korkarmış. oysa ki prensesin köpeği körmüş. yani zaten prensesi hiç bir tehlikeden kurtaramazmış. nitekim bi gün, salak prenses, aynı zamanda götü de kocamanmış ama giydiği o kabarık eteklerden anlaşılmıyormuş elbette, bankaya annesinin hesabına para yatırmaya giderken, köşebaşındaki bir serseri yolunu kesmiş. ''ya paranı ya götünü?'' demiş prensese. prenses bir kaç dakika düşünmüş ve ''pi= 3,14'' demiş. bunun üzerine koca göbekli pis serseri, prensese aşık olmuş. gökten bir bok düşmemiş. gökten elma düştüğü nerde görülmüş canım? siz de anlatılan her masala inanıyorsunuz ama. çocuk gibisiniz.
evet, orada öylece dursanız bile, bana dokunuyorsunuz.
yine de, ölmenizi istemem. hiç kimse ölmesin. prenses bile.
Cumartesi, Kasım 25, 2006
Perşembe, Kasım 23, 2006
begining for beginners
nerden başlasam bilemiyorum?
belki martılardan. evet evet. martılar. sabah, günün ağarmasına bir kaç dakika kalmışken, yattığım yataktan bağırışlarını çok net duyduğum martılardan. ne var? sabah oluyor işte. bunda bu kadar abartacak bir şey göremiyorum ben. ah, ya da son bir kaç haftadır, odamdaki tuhaf kokudan başlamalıyım. tam şu an oturduğum yerde daha kuvvetli geliyor. masanın altına baktım mamafih bulamadım. çok hafif, çok zor farkedilebilir ama farkedildiği anda bir daha kurtulunması ve dikkate değer bulunmaması veya unutulması imkansız olan bir koku. kötü değil, ama güzel de değil. belki bir peri ölmüştür, bilemiyorum.
nerden başlasam?
ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım, hatırlatacak bir şeyler çıkıyor işte. bir sözcük belki. bir müzik ya da. en fenası da bir insan. ne kadar çok ortak tanıdığımız varmış meğer. bilmiyormuş ayağına yatıyor bazıları. aptal bir kadını oynamak bir zamanlar hoşuma gidiyordu. ama artık gitmiyor. ''ah, yoksa sen..yani o'nu? yani siz?....'' hepinizin canı cehenneme! bir ölünün arkasından kimseyi konuşturacak değilim.
sadece gülümsüyorum. hatta ayna karşısında sabahları yeteri kadar çalışınca, yüzüme ''çok mutluyum'' ifadesi bile verebiliyorum. böylece insanların ''nasılsın?'' yerine ''iyi misin?'' diye sorarak beni çileden çıkarmalarına fırsat vermiyorum. ''ah, çok iyiyim.'' ne? ne bakıyor salak salak yüzüme? haaa tamam. sıra bende. şimdi de ben sormalıyım. özür dilerim. umrumda olmayan şeyleri unutuyorum işte böyle. yoksa hafızam çok kuvvetlidir. evet. ''sen nasılsın?''
her şey ne kadar anlamsız halbuki. martılar, aynalar, insanlar. hepsi çok anlamsız. değil mi peter? peter? yine giderken pencereyi açık unutmuşsun. ben de diyorum neden götüm dondu böyle bir anda. bu gece yalnız yatacağım demek. iyi. güzel. öyle olsun. allah bu martının cezasını versin!
ve ben hala nerden başlayacağımı bilmiyorum. ahahaha!
belki martılardan. evet evet. martılar. sabah, günün ağarmasına bir kaç dakika kalmışken, yattığım yataktan bağırışlarını çok net duyduğum martılardan. ne var? sabah oluyor işte. bunda bu kadar abartacak bir şey göremiyorum ben. ah, ya da son bir kaç haftadır, odamdaki tuhaf kokudan başlamalıyım. tam şu an oturduğum yerde daha kuvvetli geliyor. masanın altına baktım mamafih bulamadım. çok hafif, çok zor farkedilebilir ama farkedildiği anda bir daha kurtulunması ve dikkate değer bulunmaması veya unutulması imkansız olan bir koku. kötü değil, ama güzel de değil. belki bir peri ölmüştür, bilemiyorum.
nerden başlasam?
ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım, hatırlatacak bir şeyler çıkıyor işte. bir sözcük belki. bir müzik ya da. en fenası da bir insan. ne kadar çok ortak tanıdığımız varmış meğer. bilmiyormuş ayağına yatıyor bazıları. aptal bir kadını oynamak bir zamanlar hoşuma gidiyordu. ama artık gitmiyor. ''ah, yoksa sen..yani o'nu? yani siz?....'' hepinizin canı cehenneme! bir ölünün arkasından kimseyi konuşturacak değilim.
sadece gülümsüyorum. hatta ayna karşısında sabahları yeteri kadar çalışınca, yüzüme ''çok mutluyum'' ifadesi bile verebiliyorum. böylece insanların ''nasılsın?'' yerine ''iyi misin?'' diye sorarak beni çileden çıkarmalarına fırsat vermiyorum. ''ah, çok iyiyim.'' ne? ne bakıyor salak salak yüzüme? haaa tamam. sıra bende. şimdi de ben sormalıyım. özür dilerim. umrumda olmayan şeyleri unutuyorum işte böyle. yoksa hafızam çok kuvvetlidir. evet. ''sen nasılsın?''
her şey ne kadar anlamsız halbuki. martılar, aynalar, insanlar. hepsi çok anlamsız. değil mi peter? peter? yine giderken pencereyi açık unutmuşsun. ben de diyorum neden götüm dondu böyle bir anda. bu gece yalnız yatacağım demek. iyi. güzel. öyle olsun. allah bu martının cezasını versin!
ve ben hala nerden başlayacağımı bilmiyorum. ahahaha!
Cumartesi, Kasım 18, 2006
green hell
sayın tavuk;
sikimden aşşa kasımpaşşa aş'ye yaptığınız başvurunuz elimize ulaşmış olup, tarafımızca incelendikten sonra, ilanda belirtilen hususların hiç birine uygun olmadığınız gerekçesiyle, ahahahha! dalga mı geçiyorsunuz bizimle?
ve fakat, özgeçmişiniz, ne akla hizmetse, bilgi bankamızda belirsiz bir süre saklanacak ve uygun görüldüğünüz takdirde sizinle temasa geçilecektir. bambaşka bir pozisyonda çalışmak dileğiyle.
başarılar ve esenlikler dileriz.
-----------------------------------------------------------------------------
mektubu bir kez daha okuduktan sonra, buruşturup çöpe atıyorum ve ayaklarımı sürüyerek mutfağa gidiyorum. buzdolabından bir kutu kivi suyu çıkarıyorum ve büyükçe bir bardağa doldurup odaya dönüyorum. artık sabahları kivi suyu içiyorum. yemyeşil bir şey. bu dünyaya ait değilmiş gibi. kendimi iyi hissettiriyor.
yaptığım 287637267256. başvuru da olumsuz sonuçlanınca, derin bir nefes alıp çekmeceyi açıyorum. işte, bütün param bu. bir kaç yeşil kağıt. paralarını bankada değil de, çekmecesinde saklayan bir insan için, olağan bir durum elbette.
yatağa uzanıp bir sigara yakıyorum. hayır, yakmıyorum. yakarmış gibi yapıyorum. sigara içmiyorum ki ben. yatağın hemen yanında, yerde üst üste yığılmış kitaplardan birini alıyorum ve rastgele bir sayfa açıp okumaya başlıyorum.
"tanımlar istiyorlar sizden: sonradan aynı tanımlarla canınıza okumak için. tanımlarınız yoksa, bu sefer konuşturmuyorlar sizi. tanımlar veremeyen insan sacmalar, diyorlar. sacmalarla ugrasamayiz. kimseye sacmalama hurriyeti veremeyiz. mantıksızlık hürriyeti veremeyiz. tanımları verince de herkes, daha önceden kendisi için kazılmış olan çukura düşüyor.başkaları için de tanımlar istiyorlar sizden. başkalarının işine karıştırıyorlar sizi zorla. başkalarının da size karışması için yolu açıyorsunuz böylece. bugün neden düşüncelisiniz? diyorlar. düşüncelerinizin içine kadar sokuluyorlar. mantığı ortadan kaldırmadan, bu gidişe bir son vermek, kötülüğe direnmekten vazgeçmek ve gerçek hürriyeti tanımak imkansız." *
kitabı kapatıp usulca yere bırakıyorum. midem bulanıyor. önceki gece, yandaki sokağın köşesinde neredeyse bütün midemi bıraktığım halde, hala bulanıyor. ve kusarken, en çok, o anki acziyetinizden ziyade, başka birinin bu manzaraya şahit olması rahatsız ediyor sizi nedense. beni etmiyor. rahatsız olduğum bir şey varsa, işte bu; rahatsız olmamaktan rahatsızım.
yataktan kıçımı ve bedenimin geri kalanını kaldırıp markete gidiyorum. bir kaç kutu kivi suyu almalıyım. belki bir şişe de votka.
* oğuz atay/ tutunamayanlar
sikimden aşşa kasımpaşşa aş'ye yaptığınız başvurunuz elimize ulaşmış olup, tarafımızca incelendikten sonra, ilanda belirtilen hususların hiç birine uygun olmadığınız gerekçesiyle, ahahahha! dalga mı geçiyorsunuz bizimle?
ve fakat, özgeçmişiniz, ne akla hizmetse, bilgi bankamızda belirsiz bir süre saklanacak ve uygun görüldüğünüz takdirde sizinle temasa geçilecektir. bambaşka bir pozisyonda çalışmak dileğiyle.
başarılar ve esenlikler dileriz.
-----------------------------------------------------------------------------
mektubu bir kez daha okuduktan sonra, buruşturup çöpe atıyorum ve ayaklarımı sürüyerek mutfağa gidiyorum. buzdolabından bir kutu kivi suyu çıkarıyorum ve büyükçe bir bardağa doldurup odaya dönüyorum. artık sabahları kivi suyu içiyorum. yemyeşil bir şey. bu dünyaya ait değilmiş gibi. kendimi iyi hissettiriyor.
yaptığım 287637267256. başvuru da olumsuz sonuçlanınca, derin bir nefes alıp çekmeceyi açıyorum. işte, bütün param bu. bir kaç yeşil kağıt. paralarını bankada değil de, çekmecesinde saklayan bir insan için, olağan bir durum elbette.
yatağa uzanıp bir sigara yakıyorum. hayır, yakmıyorum. yakarmış gibi yapıyorum. sigara içmiyorum ki ben. yatağın hemen yanında, yerde üst üste yığılmış kitaplardan birini alıyorum ve rastgele bir sayfa açıp okumaya başlıyorum.
"tanımlar istiyorlar sizden: sonradan aynı tanımlarla canınıza okumak için. tanımlarınız yoksa, bu sefer konuşturmuyorlar sizi. tanımlar veremeyen insan sacmalar, diyorlar. sacmalarla ugrasamayiz. kimseye sacmalama hurriyeti veremeyiz. mantıksızlık hürriyeti veremeyiz. tanımları verince de herkes, daha önceden kendisi için kazılmış olan çukura düşüyor.başkaları için de tanımlar istiyorlar sizden. başkalarının işine karıştırıyorlar sizi zorla. başkalarının da size karışması için yolu açıyorsunuz böylece. bugün neden düşüncelisiniz? diyorlar. düşüncelerinizin içine kadar sokuluyorlar. mantığı ortadan kaldırmadan, bu gidişe bir son vermek, kötülüğe direnmekten vazgeçmek ve gerçek hürriyeti tanımak imkansız." *
kitabı kapatıp usulca yere bırakıyorum. midem bulanıyor. önceki gece, yandaki sokağın köşesinde neredeyse bütün midemi bıraktığım halde, hala bulanıyor. ve kusarken, en çok, o anki acziyetinizden ziyade, başka birinin bu manzaraya şahit olması rahatsız ediyor sizi nedense. beni etmiyor. rahatsız olduğum bir şey varsa, işte bu; rahatsız olmamaktan rahatsızım.
yataktan kıçımı ve bedenimin geri kalanını kaldırıp markete gidiyorum. bir kaç kutu kivi suyu almalıyım. belki bir şişe de votka.
* oğuz atay/ tutunamayanlar
Cumartesi, Kasım 11, 2006
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
- sence mesaj atayım mı?
- ne diye?
- işte bu gece olanların nedeninin o'nu tamamen kaybetme korkumdan kaynaklandığını ve aslında o'nu ne kadar çok sevdiğimi falan filan?
- bence atma. hatta sakın atma. ama nasıl olsa beni dinlemeyeceksin.
- yoo, dinleyeceğim.
- ama dinlememelisin. içinden ne geliyorsa onu yapmalısın. yanlış bile olsa. atmak istiyor musun?
- evet.
- iyi. at öyleyse.
''terzi, kendi söküğünü dikemezmiş.'' atasözünün geçerliliğini kanıtlarcasına, bir adama ki kendisi arkadaşım olur; ''kurtarmak'' istediği ilişkisi hakkında ahkam kesiyorum.
tuhaftır ki, etrafımı saran bu ilişki patlamasında, en son sevdiğim adamın (artık sevmiyor muyum yani?) gözlerini görmeyeli, sesini duymayalı, kokusunu (neydi? chanel egoist miydi?) içime çekmeyeli epey oldu ve ben tuhaf bir şekilde içime döndüm. kendim dışında hiç kimseyle ilgilenmiyorum. ''aşığız biz, ehehhe'' modundaki insanlara hafifçe gülümserken ''salak mıdır nedir bunlar?'' düşüncesi geçiyor aklımdan ve engelleyemiyorum. galiba bu, şuna benziyor; hani canın çok fazla çikolata çeker. seratoninin o kadar düşmüştür ki, bir parça çikolata için ölebilirsin bile. ve en yakın markete gidersin, bir kaç paket çikolata alırsın, yemeye başlarsın. ve çikolata o kadar güzeldir ki, ikinci paketi de açarsın. ama ilk paket kadar lezzetli değildir. (evet, bkz: azalan marjinal fayda. ahahha! üniversitede okuduğum dersin günlük hayatta bir boka yarayacağını düşünmemiştim hiç daha önce.) sonra üçüncü paketi açarken tam, aslında daha fazla yemek istemediğini düşünürsün. ve dolaba koyarsın. hayır, saklarsın ki senden başka kimse yemesin. üzerine bir bardak su içersin ve mutlusundur artık.
evet evet. tam olarak böyleyim sanırım.
zamanında yalnız kalmamak adına o kadar kasmışım ki kendimi, aslında yalnızlığımı sevdiğimi unutmuşum. bakma etrafımdaki bu kalabalığa. ördüm yine duvarımı, hiç biri geçemiyor ki bu tarafa.
- ne diye?
- işte bu gece olanların nedeninin o'nu tamamen kaybetme korkumdan kaynaklandığını ve aslında o'nu ne kadar çok sevdiğimi falan filan?
- bence atma. hatta sakın atma. ama nasıl olsa beni dinlemeyeceksin.
- yoo, dinleyeceğim.
- ama dinlememelisin. içinden ne geliyorsa onu yapmalısın. yanlış bile olsa. atmak istiyor musun?
- evet.
- iyi. at öyleyse.
''terzi, kendi söküğünü dikemezmiş.'' atasözünün geçerliliğini kanıtlarcasına, bir adama ki kendisi arkadaşım olur; ''kurtarmak'' istediği ilişkisi hakkında ahkam kesiyorum.
tuhaftır ki, etrafımı saran bu ilişki patlamasında, en son sevdiğim adamın (artık sevmiyor muyum yani?) gözlerini görmeyeli, sesini duymayalı, kokusunu (neydi? chanel egoist miydi?) içime çekmeyeli epey oldu ve ben tuhaf bir şekilde içime döndüm. kendim dışında hiç kimseyle ilgilenmiyorum. ''aşığız biz, ehehhe'' modundaki insanlara hafifçe gülümserken ''salak mıdır nedir bunlar?'' düşüncesi geçiyor aklımdan ve engelleyemiyorum. galiba bu, şuna benziyor; hani canın çok fazla çikolata çeker. seratoninin o kadar düşmüştür ki, bir parça çikolata için ölebilirsin bile. ve en yakın markete gidersin, bir kaç paket çikolata alırsın, yemeye başlarsın. ve çikolata o kadar güzeldir ki, ikinci paketi de açarsın. ama ilk paket kadar lezzetli değildir. (evet, bkz: azalan marjinal fayda. ahahha! üniversitede okuduğum dersin günlük hayatta bir boka yarayacağını düşünmemiştim hiç daha önce.) sonra üçüncü paketi açarken tam, aslında daha fazla yemek istemediğini düşünürsün. ve dolaba koyarsın. hayır, saklarsın ki senden başka kimse yemesin. üzerine bir bardak su içersin ve mutlusundur artık.
evet evet. tam olarak böyleyim sanırım.
zamanında yalnız kalmamak adına o kadar kasmışım ki kendimi, aslında yalnızlığımı sevdiğimi unutmuşum. bakma etrafımdaki bu kalabalığa. ördüm yine duvarımı, hiç biri geçemiyor ki bu tarafa.
Cuma, Kasım 03, 2006
illa ki bitecek
''başkalarıyla, hatta karşına çıkan tek insanla, sanki her şey o an başlayacak ve biraz sonra bitecekmiş gibi yaşamalısın.'' derken; çok haklıymış cesare pavese.
her seferinde ''artık o'nu düşünmeden bir şeyler yazacağım.'' diye oturuyorum buraya. birbirimiz için ve birbirimize yazdıklarımızı okurken telefonda, bir diğeri nefes bile almıyor. ve bana bu süre çok gelirken, o'na az geliyor. artık beni kimlerin okuduğuna bakmıyorum bile. umrumda bile değil. o okumuyor çünkü, biliyorum. okuyamaz ki. bir sersem olduğumu bile bilmiyor. neyse ki!
hiç bitmeyecek bir aşk bu, benim için. evet, votka şişesi çoktan şehrin çöplüğünde ait olduğu yerini buldu. içtiği sigaralarla dolu küllük boşaltıldı. yataktaki çarşaflar değişti. küvetin üzerinden çok sular aktı. yerden bulunan siyah bir küpe, kendi küpelerimin olduğu kutuya kondu. tam, ''bitti'' derken, telefon çaldı ve, işte yeniden başladı.
- kadın otururken saçları ıslak, kırgın, yorgun, gitmek ister gibi ve kararsız ve daralmış ve bitkin.
- ...
ne tuhaf. bütün bunların bitmesi için, adamın tekiyle hayatımı sonsuza kadar birleştirmem mi gerekiyor? peki bütün bunların anlamı ne o zaman? hepsini geçmişte bırakıp sileceksem, yaşadıklarımın samimiyetinden şüphe etmem gerekmiyor mu? bütün bu yaşananlar, aptal bir oyundan mı ibaret?
eeaaaah! bıktım artık bütün bunlardan. yani özür dilerim ama, insan aşıkken başka bir şey yazamıyor malesef. ve aksini iddia edenler halt etmiş ama, aşıkken, yaratıcılıktan yoksun kalıyorsunuz basbaya. kaç sabahtır kahvaltıda bir bardak vişne suyu içiyorum ve bir parça peynir yiyorum. kaç gündür aynı şarkıları dinliyorum. kaç gecedir aynı rüyaları görüyorum. yeter artık. aşkı unutup nefret kusmayı denesem, acaba kendimi bulabilir miyim tekrar? misal, kocasının/karısının koynundayken, başka bir yerde gördüğü/tanıştığı/hatta arkadaşı olduğu başka bir adamı/kadını kendisini düzerken hayal eden insanlara karşı falan? olmadı galiba. daha şahsi olmalı diyorsanız, eşşek gibi çalıştığım halde, hala hakkım olan parayı hesabıma yatırmayan göt kafalı kapitalist patronuma? daha enternasyonel olsun diyorsanız, dünyanın bir ucunda, nedensiz yere insanların ve hatta bebeklerin ölmesine neden olan iki tane beyinsiz adama? hayır hayır. olmayacak. yapamıyorum. içimden gelmiyor. sabah yayınlanan aptal bir programdaki ahu tuba tonuyla şöyle demek istiyorum;
- ben bu hayatta hiç mutlu olmadım ki. (gözler dolar) çok yalnızım. sadece siz varsınız. bu defa her şey çok farklı olacak diye inanmayı çok istiyorum ama (yutkunur) bilmiyorum. bilmiyorum. (boylarıyla son derece orantısız koca memeli teyzeler çılgınca bir alkış kopartır.) sizleri seviyorum! seviyorum! (ve stüdyoyu terkeder.)
ahahah! elbette hayır. hiç kimseyi sevmiyorum. o hariç.
- her şey şu an başladı. ve biraz sonra bitecek.
her seferinde ''artık o'nu düşünmeden bir şeyler yazacağım.'' diye oturuyorum buraya. birbirimiz için ve birbirimize yazdıklarımızı okurken telefonda, bir diğeri nefes bile almıyor. ve bana bu süre çok gelirken, o'na az geliyor. artık beni kimlerin okuduğuna bakmıyorum bile. umrumda bile değil. o okumuyor çünkü, biliyorum. okuyamaz ki. bir sersem olduğumu bile bilmiyor. neyse ki!
hiç bitmeyecek bir aşk bu, benim için. evet, votka şişesi çoktan şehrin çöplüğünde ait olduğu yerini buldu. içtiği sigaralarla dolu küllük boşaltıldı. yataktaki çarşaflar değişti. küvetin üzerinden çok sular aktı. yerden bulunan siyah bir küpe, kendi küpelerimin olduğu kutuya kondu. tam, ''bitti'' derken, telefon çaldı ve, işte yeniden başladı.
- kadın otururken saçları ıslak, kırgın, yorgun, gitmek ister gibi ve kararsız ve daralmış ve bitkin.
- ...
ne tuhaf. bütün bunların bitmesi için, adamın tekiyle hayatımı sonsuza kadar birleştirmem mi gerekiyor? peki bütün bunların anlamı ne o zaman? hepsini geçmişte bırakıp sileceksem, yaşadıklarımın samimiyetinden şüphe etmem gerekmiyor mu? bütün bu yaşananlar, aptal bir oyundan mı ibaret?
eeaaaah! bıktım artık bütün bunlardan. yani özür dilerim ama, insan aşıkken başka bir şey yazamıyor malesef. ve aksini iddia edenler halt etmiş ama, aşıkken, yaratıcılıktan yoksun kalıyorsunuz basbaya. kaç sabahtır kahvaltıda bir bardak vişne suyu içiyorum ve bir parça peynir yiyorum. kaç gündür aynı şarkıları dinliyorum. kaç gecedir aynı rüyaları görüyorum. yeter artık. aşkı unutup nefret kusmayı denesem, acaba kendimi bulabilir miyim tekrar? misal, kocasının/karısının koynundayken, başka bir yerde gördüğü/tanıştığı/hatta arkadaşı olduğu başka bir adamı/kadını kendisini düzerken hayal eden insanlara karşı falan? olmadı galiba. daha şahsi olmalı diyorsanız, eşşek gibi çalıştığım halde, hala hakkım olan parayı hesabıma yatırmayan göt kafalı kapitalist patronuma? daha enternasyonel olsun diyorsanız, dünyanın bir ucunda, nedensiz yere insanların ve hatta bebeklerin ölmesine neden olan iki tane beyinsiz adama? hayır hayır. olmayacak. yapamıyorum. içimden gelmiyor. sabah yayınlanan aptal bir programdaki ahu tuba tonuyla şöyle demek istiyorum;
- ben bu hayatta hiç mutlu olmadım ki. (gözler dolar) çok yalnızım. sadece siz varsınız. bu defa her şey çok farklı olacak diye inanmayı çok istiyorum ama (yutkunur) bilmiyorum. bilmiyorum. (boylarıyla son derece orantısız koca memeli teyzeler çılgınca bir alkış kopartır.) sizleri seviyorum! seviyorum! (ve stüdyoyu terkeder.)
ahahah! elbette hayır. hiç kimseyi sevmiyorum. o hariç.
- her şey şu an başladı. ve biraz sonra bitecek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)