Cumartesi, Haziran 16, 2007

could you guide me in?

ardından hep birisi bakıyor gibi. takip ediliyorsun. izleniyorsun. gittiğin her yer, yaptığın her şey biliniyor. yine de gitmekten ve yapmaktan vazgeçmiyorsun. çünkü bu hayatın küçük ve mora boyanmış bir odada geçmeyeceğini çok iyi biliyorsun. sen yanımda olsan ben bütün hayatımı bu odada geçirebilirim mesela. inanmıyorsun değil mi? zaten bana hiç bir zaman inanmadın ki.



şimdiye dek kendinden başka kimseyi mutlu edememiş olmana hiç şaşırmıyorum. ''think positive'' sloganından nefret ediyorsun, biliyorum. birileri seni çok üzmüş olmalı. kırılmışsın. paramparça olmuşsun. ve bir başkasının kırıklarını yapıştırması fikri bile seni ürpertiyor. onlar senin kırıkların. kimse ellememeli. sadece sen dokunabilirsin. çok bencilsin...çok.



bir kez olsun bana sarılarak ağlamanı istiyorum. sonra hiçbir şey olmamış gibi davranabiliriz. hiçbir şey olmamış gibi davranmaya o kadar çok alıştım ki; artık hiçbir şey olmamış gibi geliyor zaten.



seni aramayacağımı biliyorsun değil mi?

Çarşamba, Haziran 13, 2007

kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı

hani asansördeyken, aynaya bakıp rujumu sürerken, bütün ukalalığımla ''kahretsin ya! yine çok güzelim!'' diyerek sana aynadan göz kırptım ya. işte sen tam o anda ''ben de fena değilim canım!'' dedin ve gülümsedin. işte o gülümseyişine bütün bir ömrümü olmasa da, en güzel bir kaç yılını seve seve vermeye karar verdim.



yabancı bir evde, yabancı bir yatakta uyanınca ve yabancı bir mutfaktan şahsıma hazırlandığını bildiğim kahvaltı kokuları geldikçe, ben bu şehre daha çok inanıyorum.



- yalnız benim omletim alışkanlık yapar!
- yapsın!
- ahahahahha!



hayat bu kadar basit değil aslında biliyorum. ben de artık bir şeyleri kazandığımdan mıdır, kaybettiğimden midir bilmiyorum; hayatımın bir bölümünde ölüyorsam, geri kalanında yaşamaya devam ediyorum pekala. insanların yapabildiği ve beim bir türlü beceremediğim şey buymuş demek. işte sonunda öğrendim. geç mi oldu? bilmiyorum. sana denk geldi sadece. üzgünüm.



yine de, o omletten bir kez daha yemek istiyorum!

Pazar, Haziran 10, 2007

sonra görüşelim

bakmayın böyle memnuniyetsizmiş gibi göründüğüme. her ne kadar mutsuzlukla beslenen bir kadın olsam da, hepinizin yaşam enerjisini toplasam, yine de benimki kadar etmez. zavallısınız ve öyle olduğunuzu biliyorsunuz. allahın creepleri sizi!



- migros'tan pamuk aldığın için bile mutlu oldun ya; ne diyeyim ben sana?
- bi kere bu herhangi bir pamuk değil. lütfen! baksana, rengarenk!
- ahahahah!



esasen nerede, ne zaman ve nasıl hata yaptığım umrumda bile değil. çünkü en başa dönebilmek gibi bir yeteneğim var benim. yaşamak istemeyip yine de yaşadıklarını unutan salaklardan değilim. aksi gibi, hiçbirini unutmuyorum. yüzünüze baktıkça aklıma geliyor. ama anlamadığınız şu; ben her koşulda sizi sevecek bir insan değilim. çünkü birinizin bir diğerinden hiçbir farkı yok.



demek istediğim şu; mutluyum. hem de size rağmen. lütfen kıracak başka kalpler, yalan söylenecek başka kulaklar, gösterip verilmeyecek başka bedenler, ezilecek başka egolar, hor görülecek başka ruhlar bulunuz.



mümkünse sonra görüşelim.

Salı, Haziran 05, 2007

öylesine

gördüğün gibi zaman akıp geçtikçe kendini buluyorsun bende. aslında ne senin bana benzemeni istiyorum ne de benim sana benzememi. bir bütün oluşturmamız falan gerekmiyor. bütün bu cümleleri birinci çoğul kişi zamiri ile kurmam bile yetiyor bana.


aslında tek istediğim, bana ait olman.


geçen gece bir rüya gördüm. eflatun rengi bir ormandayım. ağaçların arasından sessizce yürürken, yukarıdan bana sesleniyorsun. kafamı kaldırıp sana bakıyorum. ayaklarını dallardan sarkıtmış sallandırıyorsun. ''gelsene buraya!'' diyorsun. nasıl geleyim? ellerimden tutamayacak kadar uzaksın. göremiyor musun?


bakma bu kadar güçlü göründüğüme. tek başıma değil o ağaca tırmanmak, bu ormanda yürümek bile zor geliyor bana.


başına nasıl bir bela açtığının farkında mısın?

Pazar, Haziran 03, 2007

oyun henüz başlamadı

- gerçekten mi?




omuzlarını düşürmüş, gözlerini parmak uçlarına çevirmiş, elinde tuttuğu bir şeylerle hiç durmadan oynayıp duruyordu. bu halini çok seviyordum. ya da en çok bu halini seviyordum.



- evet. gerçekten.



bütün gücümü toplayıp zarları salladım ve fırlattım. 6-1 geldi ve bunun hiçbir önemi yoktu. nasılsa bu oyunda hiç bir şekilde kazanamayacaktım. çünkü benim kazanmam, senin kaybetmen demekti ve kaybetmeni asla istemiyordum.



ama kaybettin.



- öyleyse, al zarlarını ve git.