Salı, Nisan 11, 2006

il tempo e brutto proteggi l asino

iki adam ve bir kadın. göt kadar bir barın göt kadar masasında ve göt kadar taburelerin üzerinde oturuyorlar. kadın bir an önce kalkıp gitmek istiyormuş gibi görünüyor. önündeki tekilayı, limon ve tuz formatına uygun olarak shotlayıp, adamlardan tekinin kolunu tutup çekiyor;
- hadi, gidelim.

diğer adam masada kalıyor. kalsın. kalmalı. o artık her daim o masada kalmalı. o masada bilmem kaç yüz tane tekila shot içip, can vermeli. ya da, isterse defolup evine gidebilir. kadının ve diğer adamın umrunda bile değil açıkçası.

kadın ve sürüklediği adam, tek kelime dahi etmeden eve geliyorlar. salondaki ayrı koltuklara uzanıyorlar. o sıralar kadın prozac kullanıyor. adam lithium kullanıyor. ikisi de mutsuz. ikisi de bu lanet hayata devam edebilmek için, kendilerine göre bir şeylere sığınıyorlar. ikisi de aslında karşılarına çıkacak sağlam bir aşkın, herşeyi düzelteceğine inanıyorlar ama, aşka olan inancınız yokken, bunu beklemek, büyük bir hatadır. ikisi de yaşadıkları hayattan nefret ediyorlar ama her allahın sabahı, saatin sesiyle uyanıp aynı şeyleri yapmaya devam ediyorlar. plaza denen ve içine giren insanları en başta götlerini kaldırmakla evrimleştirip başkalaştıran o boktan binalara giriyorlar. boktan mesai arkadaşlarına samimiyetsiz iyi çalışmalar dileyip, günün ilk kahvesini içmek ve ilk sigarasını zıkkımlanmak için, merdiven boşluğuna ya da sigara odalarına koşturuyorlar. kadın, daha ilk dakikadan boğulacak gibi oluyor. sürekli kadınlar tuvaletine kapanıp ağlıyor. çantasında her daim far, rimel ve siyah göz kalemi taşımasının nedeni bu. plazalar, makyajı akmış kadın çalışanları asla affetmiyor. işini iyi yapamayanları hiç affetmiyor. kurallar baştan belirlenmiş. kimse silah zoruyla orada durmuyor. istemiyorsan istifanı basar ve siktirir gidersin. hakkın olan maaşın, hesaplanıp ayın ilk günü hesabına yatacaktır, hiç merak etme.

- alo? öğle yemeğine çıkıyor musun?
- evet.
- aynı yerde mi?
- evet.
- tamam.
- tamam.
- görüşürüz.
- görüşürüz.
- ne oldu?
- ben...dayanamıyorum.
- tamam. sakin ol. hadi gel, konuşalım.
- tamam.

öğle yemeği saat 12:30 ve 13:30 arasında yenir. günlük olarak bilmem kaç ytl'dir ve elbette ayın diğer günlerinde, sürünmek ve aç kalmak istemiyorsan, bu rakamı aşmaman tavsiye edilir. nerede ve ne yiyeceğin, şirketi zerre ilgilendirmez ama saat tam 13:30'da sağlıklı, çalışmaya hazır ve güler yüzlü olarak, masanda olman beklenir. bu yüzden plaza çalışanları, genellikle uyduruk kafelerde çift kaşarlı tost ve kola ile karınlarını doyururlar. ağızlarından lastik gibi kaşarlar uzarken, birbirlerinin başarılarını sahte bir tebessüm ve iğrenç bir nefretle dinlerler. zamanı geldiğinde, hepsi birden plazaların bilmem kaçıncı katlarındaki ofislerine gitmek üzere, plazanın büyük asansörüne doluşurlar. ve mutlaka bir kaç kişi sığmayıp diğer asansörü beklemek zorunda kaldığı için, günün öğleden sonraki olan kısmının ilk stres tokatını yemiş olur.

- gidiyoruz!
- nereye?
- italya'ya!
- nasıl?
- bir yolunu buluruz. üzülme sen. her şey çok güzel olacak. bak gör.
- gerçekten mi?
- gerçekten!
- sen benim en iyi dostumsun, biliyorsun değil mi?
- biliyorum.

kadın, plazanın bilmem kaçıncı kattaki ofisine çıkarken, asansörün megafonundan, italyanca bir şarkı duyar ve gülümser. bir şeyler çözülmeye başlar. günlerdir bitmek bilmeyen karanlık, birden aydınlanmıştır. günlerdir düşüp durduğu uçurumun sonunda, muhteşem bir manzara vardır. günlerdir içinde takılı kalan ve hep aynı notayı yineleyen şarkısı, yeniden başlamıştır.

italya'ya hiç bir zaman gitmezler. gitmeyeceklerdir de.