telefonum çaldı...sustu..gözlerimi açtım. kahrolası telefon nerde? ben bu sabah -yine- neden agresifim? krema neden bu kadar yumuşak? neden benim babam, dr. oetker gibi güzel pasta yapamıyor?
bir pazar sabahının şanına yakışacak üç şey; gazete, çay ve sıcak ekmek!
doğruca fırına koştum. fırıncının kızını dün gece çok mu zorlamışlardı bilmiyorum ama, son derece yorgun ve suratsız görünüyordu. benden başka kimsenin almadığından emin olduğum ve bu yüzden bana özel yapıldığını sandığım ekmeklerden aradım, yoktu. neden pazar sabahı lanet olasıca fırıncı, benim ekmeklerimden pişirmiyor?
- selam, kepekli mi bu?
- ...
- kepekli? bu? hey?
- ......hayır.
- peki kepekli yok mu?
- ......kalmadı.
- (müşteriye ilgisiz ve saygısız olduğun için şimdi şurda olay çıkartıp şu susamlı galetaları bi tarafına sokardım ama neyse ki güzel bir gün bugün!) peki.
gazete bayiine koştum doğruca. gözüme kestirdiğim gazeteleri yüklendim. oradan simit almak için fırıncının kızının geceyi mışıl mışıl geçirdiği başka bir fırına uçuverdim. yeni çıkmış simitler; sıcacık! neden hiç beklemediğim anda meydana gelen böyle ufak tefek olaylar çok mutlu olmamı sağlıyor? neden fırıncıyı öpmek istiyorum bir anda? neden mutluluğumu illa ki başkasıyla paylaşmam gerekiyor?
eve dönüyorum. ev tamamen bana ait.
çay fokurtusuna trey parker karışıyor.
america... america... america,
fuck yeah!
coming again,
to save the mother fucking day yeah,
america,
fuck yeah!
küresel ısınmaya karşı amerika denen hödük ülkeyi protesto için yapılacak olan mitinge katılacaktım sözde. uyuyakaldım. burdan kendisine bir türlü imzalamadığı kyoto protokolünün girmesini temenni ediyorum. ahahahha!
bi de, sabah beni uyandıran o sesin sahibini seviyorum. evet.