Pazartesi, Ağustos 22, 2011

paramparça

adam, kadına ''neden ağlıyorsun?'' diye sordu. kadın dudaklarını araladığı an, hıçkırıklara boğulacağını anladı. gülümsemeye çalıştı. onu da beceremedi.


zaten şu hayatta neyi beceriyordu ki, ağlarken gülümsemeyi becerebilsin?


çok değil, sadece bir kaç gündür; kadın, adamı sevdiğini düşünüyordu. basbaya seviyordu. kadının sevmekle ilgili bir sorunu vardı. insanları zaten sevmiyordu ama, konu aşk olunca, daha çok zorlanıyordu. ve nihayet, kalbinde ufak da olsa kıpırtılar başlamıştı. adam mutsuz olduğunda, o da mutsuz oluyordu. adam mutluyken, o da mutluydu. başka adamlara ''eyvallah''ı yokken, bu adama vardı. tahammül edemeyeceği şeylere tahammül edebiliyordu. biraz daha zorlasa, birlikte aynı yatakta uyumaya bile hazırdı.


kadın, tam da adama o'nu sevdiğini söylemeyi düşünürken; adam o'na çok başka şeyler söylemişti. ve eklemişti. ''bu kadar zamandır, ağzından bir kez bile seni seviyorum çıktı mı? çıkmadı.''


barda ingiliz bir grubun son derece gerizekalı bir şarkısı çalıyordu ama kadın, kulaklarında halil sezai'nin sesini duyuyordu. paramparça.


adam, ''kalkalım mı?'' dedi. kadın kafasını salladı. kalktılar.


kadın eve dönüş yolunda gözyaşlarını silerken bir adamı sevmek için niye bu kadar zamana ihtiyacı olduğunu, niye bu kadar beklediğini, niye bu kadar zorlandığını bir kez daha hatırladı.



Pazar, Ağustos 14, 2011

daha taksidi bitmemişti...

yeni aldığımız bir şey, bozulunca, kırılınca, kaybedince, çalınınca, elimizde patlayınca ya da götümüze girince böyle deriz ya: ''daha taksidi bitmemişti.'' işte aynı o ruh halindeyim.


günlerim, kurduğum hayallerin gerçekleştiğini gördüğümde, bu hayallerin aslında o kadar da güzel olmadığını anlamakla geçiyor. deniz çok temiz, evet. hava güzel, güneş bir harika, balıklar taze, rakı nefis, adam yakışıklı, motosiklet hızlı. ama bütün bunlar benim için hayalini kurduğum zamanki kadar güzel olmuyor. olamıyor. belki de bu yüzden hayal kurmayı daha çok seviyorum. hiçbir zaman gerçeği gibi olmayacağını bile bile, hayal kurmak ne büyük bir saçmalık.


ve fakat, artık bir değişiklik yapmanın vakti geldi. bir süre hayal kurmak istemiyorum. bir süre kafamı çok başka şeylerle meşgul etmek istiyorum, izninizle.



döndüğümde, avusturya almancasıyla ''benden bu kadar!'' demeyi öğrenmiş olacağım.



Çarşamba, Haziran 22, 2011

cause you are the wind beneath my wings

ellerimizde kasklar, yürüyoruz. sıcak. en az beni ilk öptüğü zamanki kadar sıcak.


hiç kimseden korkmuyorum. hiçbir şeyden korkmuyorum. aşık olmaktan da korkmuyorum, çünkü olmayacağım. ama bu tıpkı ''ölmekten korkmuyorum, çünkü ölmeyeceğim.'' demek kadar saçma. tabi ki öleceğim. hepimiz bir gün öleceğiz.


bencilim. bencil olmanın hep güzel bir şey olduğunu düşündüm. ama sen de bencilsin. o da bencil. hepiniz bencilsiniz. hepimiz benciliz. önce kendimizi düşünmemiz kadar doğal bir şey yok. peki karşımızdakini hiç düşünmemek artık biraz fazla olmuyor mu? belki de buna bir son vermeli. bilmiyorum.


gittikten sonra nevresimleri değiştirmedim. kokusu bir süre kalsın istiyorum. kokusunu sevdim, seviyorum.

ama kendisini sevmiyorum.


ne tuhaf!



uzaklaşmalı. çok uzaklara gitmeli. başka bir ülkeye ayak basmalı ve bu kokuyu unutmalı.



- yalnız uyarayım, ben alışkanlık yaparım.
- hiçbir şey yapamazsın.

Salı, Nisan 26, 2011

daddy's little girl








baba'm...

küçükken çok düşkünmüşüm ben sana. sen de bana. gerçi hala düşkünsün, ama ben büyüdüğümden bu yana aramıza bir şeyler girdi sanki. 17 yaşındaydım. bi erkek arkadaşım vardı. yazlığa davet etmiştim onu ve sen çok kızmıştın hatırlıyor musun? ''o çocuk bu evde kalamaz!" diye bağırmıştın. "o çocuk bu evde kalacak!" diye bağırmıştım. "o çocuk bu evde kalırsa ben giderim!" diye bağırmıştın. "iyi, git o zaman!" diye bağırmıştım. gitmiştin. işte o gün bir şeyler kırıldı sanki. 


hangi gerizekalı uydurdu götünden, ''kadınlar hep babalarına benzeyen bir erkek ararlar.'' diye, bilmiyorum. ben hiç sana benzeyen bir erkek aramadım. hatta ne kadar sana benzemiyorsa, o kadar sevdim. taktir ettiğim bir çok yönün vardı, evet. her şeyi geçtim, hangi bulutun ne anlama geldiğini sen öğretmiştin bana. gökyüzüne baktığımda yağmur yağıp yağmayacağını senin sayende biliyorum ben. ve hiç yanılmıyorum. öte yandan yine de çok da kırdık birbirimizi. günlerce konuşmadığımız bile oldu. senin evi terkettiğin, benim evi terkettiğim de oldu. yine de birbirimize döndük. çünkü ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim ben senin kızındım. yeryüzünde beni kayıtsız şartsız sevecek tek erkektin. ne zaman biraz uzakta ve çokça yalnız olsam, hep için acıdı, bilirim. benim mutsuz olmama dayanamazdın. mutsuz olma nedenlerim saçma sapan bile olsa, dayanamazdın. telefondaki sesinden anlardım. bir ''iyi misin?'' demenden anlardım. ''iyiyim.'' derken gözlerim dolardı.


şimdi, ben burada senden çok uzaktayken, sen orada yemeğini bile tek başına yiyemiyorsun. ve ben ilk defa bu kadar çok korkuyorum.


"iyi misin?" diye bile soramıyorum sana. beni merak etme. biliyorsun; sana pek benzemiyorum, anneme çekmişim. senden daha güçlüyüm. çabuk toparlarım.


senden bugüne kadar çok şey istedim. elma şekeriyle bir başladım, sonu gelmedi bir türlü. şimdi son bir şey istiyorum; lütfen bir süre daha benimle kal. çünkü sana ihtiyacım var.



Pazartesi, Nisan 18, 2011

yol gözümü dağlıyor



''ağlasan da boş.''


pedalları bütün gücümle çeviriyordum. yanımdan ağaçlar akıp gidiyordu. arabalar, insanlar, köpekler, martılar, papatyalar. hiçbirini görmüyordum. ama orada olduklarını biliyordum. yola konsantre olmuştum. yoldan başka hiçbir şeye konsantre olmak istemiyordum. hiçbir şey düşünmek istemiyordum. bunun için buradaydım. bunun için yalnız kaldığım her an, her fırsatta bisikleti alıp kendimi dışarı atıyordum. kimseyi duymamak için kulaklıklarımı takıyordum. bu aralar genelde hayko çalıyordu. hayko sürekli bağırıp çağırıyordu. o bağırdıkça ben susuyordum. o delirdikçe ben sakinleşiyordum. o nefes aldıkça ben veriyordum.


birden gözlerimin hemen önüne bir damla düştü. hayır tabi ki ağlamıyordum. sadece yağmur başlamıştı. durdum. gözkyüzüne baktım. gökyüzü bana baktı. bir süre birbirimize baktık. mikail, eve döneceğimi zannediyorsa yanılıyordu. sırılsıklam ıslanmak istiyordum. en son bi adam yapmak istiyordu bunu bana. sırılsıklam ıslatmak istiyordu beni. kendini mikail mi sanıyordu acaba? ya da rocco? bilmiyorum.


yolun tam ortasından ağır adımlarla geçen kaplumbağayı kaldırıp varmak istediği noktaya koymak suretiyle biraz oyalandıktan sonra döndüm. bu yoldan kimbilir kaçıncı kez geçiyordum? her bir noktasını ezberlemiştim. nerede çukur var, nerede eğim var, nerede bozuk, nerede kayganlaşıyor, nerede fren yapmalıyım, nerede dikkat etmeliyim, nerede tadını çıkarmalıyım, nerede durmalıyım, nerede devam etmeliyim; hepsini biliyordum. sürpriz yoktu. bir anda karşıma çıkıp beni şaşırtabilecek hiçbir şey yoktu.


keşke insanlar da artık beni şaşırtmasaydı.


belki de artık kimseyi sevmemeliyim. belki de ilk damla gözlerimin hemen önüne düştüğünde, gökyüzü ile aşık atacağıma eve dönmeliyim. kaplumbağayı elbet bir başkası yolun diğer tarafına geçirir.


''tadı yok, çok zor olur bir daha.''









Çarşamba, Nisan 13, 2011

uzak yakınlık*



soruyordun
ilkyaz iste
uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz
tenhalık böyle

dallar mı kırılmış, sarmaşıklar mı toz içinde
beklesem hemen gelecek olduğun
tam öyle olduğun
oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda
kırık dökük de olsa yanımda
mesela cok sevdiğin bir deniz bile yanımda
o deniz ki aramızda hiç kımıldamadan
erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun

yarısı yenmiş bir elmaydık bana sorarsan
ikimizdik, iki kişi değildik
bakıyorsak birlikte bakıyorduk gözlerimin içine
birlikte gözlerinin içine bakıyorduk senin
yanlıştı, doğruydu, hiç bilmiyorum
sanki bir bakıma ayrılık böyle

karşılıklı otursak da ne zaman
masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi
bir tırnak yeşilinden gerisin geriye
ayak bileklerimizden gerisin geriye
bütün bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma
gereksiz ama yalnızlık böyle

bir hüzün kaç kişinin hüznü olurdu
çıkarsak toplamak yerine
her hüzün başka türlü olurdu
ne yaparsan yap saati kurma
öyle dağıldık ki hepimiz
her günün geçmesi yeni bir gerçek oluyor
seninle her uzaklık gibi böyle.








* şiir, edip cansever'e aittir.


Cumartesi, Mart 05, 2011

atlas okyanusu'na mektup


sevgili atlas;


nasılsın?


ben çok iyiyim, çok mutluyum; çünkü bir adamı çok seviyorum.

seni hiç görmedim. ama yeryüzünün beşte birini kapladığını biliyorum. ortalama derinliğinin 3314 metre olduğunu, en derin noktanın porto riko çukuru olduğunu, bir zamanlar tek parça olan ana kıtanın bölünmesiyle oluştuğunu, dev dalgalara sahip olduğunu biliyorum. kimbilir ne kadar muhteşemsindir?!


küçük bir kayığa atlasam, ege denizi'nden yola çıkıp akdeniz'e ulaşsam, ordan cebelitarık'ı geçip seninle buluşsam; acaba beni sağ salim sevdiğim adama ulaştırır mısın?

biliyorum olacak iş değil. ama hayal etmesi bile güzel.


o'nunla aramda sen varsın. senden nefret ediyorum. bir insan koca bir okyanustan ne kadar nefret edebilirse, o kadar nefret ediyorum.

sadece söylemek istedim.


kendine iyi bak.


sersem tavuk




Pazar, Şubat 20, 2011

i'm in the middle of your picture

lying in the reeds...


kalbim epeydir atmıyordu. yani, atıyordu elbette. atmasa yaşayamazdım. dakikada 70 kez atıyor olmalıydı. sağlıklıydım evet. ne kadar sağlıklı olunabiliyorsa, o kadar sağlıklıydım.


burada yokken hayat devam ediyordu. bütün gürültüsü ve bütün sessizliğiyle. çalışıyordum, bisiklete biniyordum, yemek yiyordum, uyuyordum, içiyordum, dansediyordum, sevişiyordum. bütün bunları yaparken kalbim hala dakikada 70 kez atıyordu.

sonra bir şey oldu.


bir şey olduğunda, o şeyin o şey olduğunun farkında bile değildim. iyi ki de değildim. farkında olsaydım belki, ne yapacağımı bilemez, öylece kalakalırdım.


şu çalan şarkı var ya? ben bu şarkıda thom'un piyanosuyum. jonny'nin ksilofonu, colin'in bası, phil'in zilleriyim. bu şarkı çaldığında ben o şeyin olduğu anı yaşıyorum. kalbim dakikada 90 kez atıyor ve hayır, taşikardi değilim.

hala sağlıklıyım.


ben o'nun fotoğrafının tam ortasındayım. o bana gülümserken ben hemen arkasındaki yere düşmüş yaprakların içinde öylece yatıyorum. yanıma uzanmasını bekliyorum. yaprakların arasında birlikte öylece yatacağız. bunu çok istiyorum.


hayır thom, hepsi doğru!