gelme!
yaklaşık yarım saatimi, yaşadığı en büyük çılgınlığın ''bir gece bir anda karar verip istanbul'dan çıktım ve ankara'ya gittim. buluştuk. ertesi sabah geri döndüm.'' olduğunu iddia edecek kadar yüzeysel ve benim buna prim vereceğime inanacak kadar salak bir adama; hayatın aslında bu olmadığını anlatmakla geçirdim. yarım saatte anlayabildi mi; bilemiyorum. ne yazık ki ayırabilecek daha fazla zamanım yoktu. bence yarım saat çok bile.
hepimiz zamanında yaptık böyle şeyler. aslında sevgiye açtık. şefkate açtık. birileri saçlarımızı okşasın, gözlerimizin içine daha önce hiç görmediği bir rengi görüyormuş gibi baksın, ellerimizi kendi ellerine kenetlesin istiyorduk aslında. oysa sadece heyecan istiyoruz sandık. saatlerce süren sert bir sevişmeyle mutlu oluruz sandık. fena halde yanıldık. ertesi sabah, karşısında çırılçıplak olmaktan utandığımız yabancı bir insanı gördüğümüzde, yerde dağılmış kıyafetlerimizi toparlayıp alelacele üzerimize geçirdiğimizde, aramızdaki bağın nasıl bir bağ olduğunu bilememenin verdiği tedirginlikle kahvesini nasıl içeceğini sorduğumuzda, bir daha görüşüleceğinden bile emin olamadığımız için ağzımızdan bir ''görüşürüz'' bile çıkamadığında; fena halde yanıldığımızı anladık.
eskiden olsaydı, hayatım boyunca hiç görmediğim, sesini bile duymadığım, nasıl biri olduğu hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı; fakat bir sebeple nerdeyse bir yıldır msn listemde olan bu adama votkasını alıp gelmesini söyleyebilirdim. artık o kadar çılgın değilim; eğer bu hala bir çılgınlık sayılıyorsa?
- aradığın kişi, ben değilim. benimle vakit kaybetme.
eh, bu cümleden sonra, ben olsam içkiye tövbe ederdim.