malum, sonbahar çocuğuyum. böyle söyleyince ''orospu çocuğu'' gibi oluyor ama o kadar da kötü değil. biraz melankoli, biraz hüzün, biraz ibişlik katıyor işte insana, hepsi bu. hal böyleyken, insanların genelde ''kış depresyonu'' olarak yaşadıkları olayı, biz yazın yaşıyoruz. o güneş böyle coşkuyla dolmuş da patlayacakmış gibi parladıkça, biz büzüşüyoruz. etrafta libidoları tavan yapmış genç erkekleri ve genç kadınları gördükçe korkuyoruz. sürekli gülümseyen insanları ''bu kadar mutlu olacak ne var, ha?'' diye azarlayasımız geliyor. herkes yaz tatili için üç bin beş yüz yıldızlı tatil köylerinde rezervasyonlarını yaptırmış, tatile çıkacakları günün gelmesini iple çekerken biz planımızı soranlara kibarca bir bok yapmayacağımızı ve evde oturacağımızı söylüyoruz. kimse bizi anlamıyor.
derken, bu sabah balkonda oturmuş kahvaltıya eşlik eden çayımı içerken ve kendi kendime okan bayülgen sanki karşımdaymış gibi ''pınar beyaz bitse çok üzülürüm okan'cım'' gibi bir takım reklamlardan aşırma repliklerle eğlenirken, birden bire gök gürlüyor. kafamı kaldırıp, indirip, tekrar kaldırmam arasında geçen o kısa sürede güneşin altında neşe içinde oynayan parktaki çocukların yerini, yağan doludan kaçışanlarla terkedilmiş bir park alıyor. inanılmaz bir görüntü. çok acıklı. kendimi acaip mutlu hissediyorum. öyle ki, çok mutlu olduğum anlarda yaptığım gibi annemi arıyorum.
- anne??
- ne oldu? ne var?
- dolu yağıyor burada!
- aaa?
- evet ya çok güzel. bir anda oldu herşey. çok acaipti. kimse kalmadı dışarda. herkes kaçtı. arabalar bile ağaçların altına çektiler kendilerini.
- ay üşüme sakın!
- ya anne ben ne diyorum sen ne diyorsun ya?
- ay pencereleri camları kapat!
- oha? duydun mu sesi. gök gürledi. hadi kapatıyorum.
- pencereleri de kapat, duydun mu?
- ya gerçekten anlamıyorsun değil mi?
- manyak olduğunu mu?
- evet?
- anlıyorum.
- teşekkür ederim anne. öpüyorum.
tam da depresyona girmek üzereydim ve haziran ayının bana attığı kazığa bak. ahah! mümkün değil bu durumda kendimi koyvermem. kapanıp yeniden başlayacağım, karar verdim.