Pazartesi, Ekim 31, 2005

sabah haberlerini dinlediniz

sarılmıştık. benim dudaklarım, onun ağzının içindeydi. bir eliyle yüzümü diğer eliyle kalçamı tutuyordu. bir an durduk. gözlerinin tam içine baktım. gözlerinin içi bembeyazdı. gözbebekleri sanki içeriye bir yerlere saklanmıştı. ''ben,'' dedi, sustu. evet, sen ne? ne? ve her taraf sallanmaya başladı. hayır, gerçekten sallanmaya başladı. uyandım. artık kanıksadığımız, bir süre olmayınca meraklandığımız depremlerden biri daha, rüyamın en güzel, en heyecanlı, en mühim anında, sallayıverdi yattığım yatağı! yatak ileri geri gitti geldi. odadaki eşyalar tıkırdadı, duvarlar çıtırdadı. durdu...uykuma tam kaldığım yerden devam etmek için, yorganı üzerime çektim fakat, onun ''ben,'' diyen yüzü çoktan kaybolmuştu. saçma sapan bin bir türlü yüzler arasında dolaşmaya başlayınca, rüyalarıma o sabah için bir son vermem gerektiğini anladım ve bu sefer gerçekten uyandım.


sabahları hiç de keyifli uyanamadığımı ve hatta ayılamadığımı, yaklaşık yedi yıldır, ısrarla öğrenemeyen veya kabullenemeyen kedim, son derece yavşak bir edayla ayaklarıma dolandı. oralı bile olmadım. soğuk suyla yüzümü yıkadım, radyoyu açtım ve mutfak sandalyesini çekip bir süre oturdum. ayılana, hayata, gerçeğe dönene kadar oturdum.


radyoda sabah haberlerini ciddi ötesi bir sesle okuyan kadının, nasıl olsa gözükmüyor düşüncesiyle üzerinde belki de en komiğinden puantiyeli bir pijama olduğunu düşündüm. belki de radyonun müdürüyle flört ediyordu ve sabahın köründe adamın aklını başından almaya ant içtiği için en minisinden bir etek giymişti. hatta belki fantezi niyetine, radyo müdürü, kadın haberleri okuduğu sırada onu izliyordu ve kadın bacaklarını açmıştı. bacakları açıktı ve o esnada memurlara yapılan yüzde bilmem kaçlık zam haberini okuyordu. radyo müdürü stüdyo camının arkasından ona gülümserken, kimsesizler yurdundaki skandal için açılan soruşturmayı okuyordu. vay anasını! belki haberler bitince ve dire straits'ten heavy fuel çalmaya başlayınca sevişmeye başlayacaklardı. bilmiyorum..


kadın haberleri canlı değil, banttan okuyor olabilir diye düşünenler olacaktır mutlaka.

ne diyebilirim ki;
derhal gidin ve hayalgücünüzü geliştirin!

Pazar, Ekim 30, 2005

freud ile randevu

- uyuyamıyorum doktor.
- ...
- ... dün gece tam uyuyacaktım. ah, size yalan söylemek istemiyorum. uyuyacağım falan yoktu aslında. televizyonda siyah beyaz bir filmi açıp sesini kısmış, öylece izliyordum. birden kulaklarımın tam içinde takır tukur sesler duymaya başladım. acaba dedim, gerçekten deliriyor muyum? meğerse müşterek yaşamanın kurallarından bihaber olan komşumuzmuş. çok sinirlendim. nasılolsa uyumamıştım ve sesleri duymazdan gelebilirdim lakin gelemedim...bir hışımla yataktan fırladım. sesler apartmanın içinde çınlıyordu. kapıyı açtım, aşağıda biri vardı, anahtar şıkırtılarını duyabiliyordum. başladım bağırmaya. saydım sövdüm bir güzel. cevap veren olmayınca daha da saydım. kapıyı kapattım sonra, yatağıma yattım. öfkeden kalbim çarpıyordu deli gibi. bir süre sakinleşmeye çalıştım. sakinleşince kendime kızdım. bir ara komşumuzu öldürme planları bile geçti kafamdan. bu aralar discovery'deki crime kuşağını çok fazla seyretmeye başladım, belki ondandır. izlediğim tüm bölümler gözümün önünden geçti. mesela, ''hadi gel, ormanda magic mushroom toplayalım.'' diyerek adamı ormana götürebilir, sonra da yanımda taşıdığım beyzbol sopasıyla kafasına vurabilirdim. ama yakınlarda bir yerlerde orman yoktu. ve tabi benim bir beyzbol sopam da yoktu. ya da en favori bölümlerimden biridir; komşumuzu jakuziyi doldurup birer bardak şampanyayla muhabbete çağırabilirdim. bizimki şampanyadan sarhoş olunca, boğazını sıkabilirdim mesela ama bölümdeki adam gibi salakça davranarak jakuzi kenarlığının boynunun arkasında iz bırakmasını engellerdim. ah keşke jakuzim olsaydı! hakkını aramak ve adil olmak benim takıntım sanıyorum, fakat öfkeme hakim olamamak, böyle durumlarda sakince davranmamak beni endişelendiriyor mr freud.
- bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.
- ..diyorsunuz.
- evet. fakat adaleti aklın yardımı olmadan kullanmak imkansızdır.
- anlıyorum. aklımı kaybetmemeliyim yani. peki, gerçek ne mr. freud?
- siz cevaplar bulmaya çalışıyorsunuz. biz ise, daha çok soru sorma niyetindeyiz.
- seansın saatine deli gibi para ödeyen benim mr. freud. elbette cevap bulmak istiyorum. her şeyin cevabını bulmak istiyorum! gerçek ne?
- kültürel doğrularımızla sağlanan bilginin tümü arasında doğruluğu en az kanıtlanabilmiş unsurlar, tam da bizim için en fazla önem taşıması gereken ve evrenin bilmecelerini çözme, yaşamın acılarına katlanmamızı sağlama görevi üstlenmiş unsurlardır.
- peki mr. freud, tanrı var mı?
- bilgi hazinelerine ulaşabilen insanların sayısı ne kadar artarsa, dini inançlardan kopuş da o kadar yaygınlaşır.
- peki aşk?
- yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma vardır. duygulanmanın temeli de aşktır.
- cinsellik olmadan aşk yaşanabilir mi?
- şunu görüyoruz ki,insanlar,dış engellerden ötürü ya da iç uyum eksikliği nedeniyle cinsel gereksinimlerinin doyumunu realiteda ele geçiremedikleri zaman hastalanıyor. yine görüyoruz ki, insanlar kaçıp hastalığa sığınıyor, hastalanarak kendilerinden esirgenen doyumun yerini tutacak yerdeş bir doyum sağlamaya çalısıyorlar. gözlemlerimizin ortaya koyduğuna göre patalojik belirtiler hasta kişinin cinsel etkinliğinin bir parcasını ya da cinsel yaşamının tümünü kapsıyor, realiteden kendini uzakta tutuş nevrozluların ana eğilimini, beri yandan hastalığın yol açtığı asıl yıkımı oluşturuyor.
- bu kadar önemli demek. vay canına. herşeyi biliyorsunuz mr freud.
- kadın psikolojisini otuz yıldır incelememe rağmen büyük soruya cevap bulamadım. gerçekte kadınlar ne istiyor?
- ahahahha mr freud. size ancak popomla gülüyorum. çok basit bir soru bu!
- lütfen bana sig de.
- peki sig. sanırım seansımız bitti. isterseniz nakit para yerine bu sorunun cevabı ile ödeşebiliriz. bu seans için benden para almayın ve size otuz yıldır incelemenize rağmen bulamadığınız cevabı söyleyeyim. ne dersiniz?
- güzel bir anlaşma.
- evet sig, güzel bir anlaşma. kadınlar....

...

Cumartesi, Ekim 22, 2005

iyi ki doğdum

doğum günü pastasının üzerindeki mumları üflemek istemiyorum. 26 adet mumu da istemiyorum. hatta lanet olası doğum günü pastasını da istemiyorum. 6 kişilik, beyaz kremalı, üzerinde tropikal meyvelerin serpiştirildiği bu pastalardan nefret etmişimdir her zaman. ve illa ki üzerinde ''iyi ki doğdun.'' yazılan o şekerleme levhasını yemek için didişen çocuklardan nefret ettiğim gibi.

hepsini yiyebilirsiniz.
ben istemiyorum.

bir kaç gün önceydi. etrafımdaki insan kalabalığı arasından bir ses, bana adımı soruyordu. sonra da ''peki kaç yaşındasınız?'' dedi. benimle tanışmak ve belki gecenin sonunu birlikte getirmek isteyen, daha önce hiç görmediğim bu adam, kaç yaşında olduğumu öğrenmek istiyordu. elbette kaç yaşında olduğum umrunda bile değildi. sadece konuşmak ve tanışmak istiyordu. belki de birlikte uyumak. bilmiyorum...tek başıma o barda oturmuşken ve tek başıma, barmenin elime tutuşturduğu yumuşak içimli ithal biramı yudumlarken yakında 26 yaşında olacağımı düşünüyordum. ve 26 yaşında bir kadın gibi hissetmiyordum kendimi. hiç bir şeyim yoktu. hiç bir şeye sahip değildim. ve bu hoşuma gidiyordu.

hiç bir şeye sahip olmak istemiyordum.
bir hiç olmak istiyordum.

kaç yaşında olduğumu merak eden adamı, bar taburesinde, sorusu ve hayalleriyle yalnız başına bıraktım. pistin ortası daha güvenliydi ve pistte danseden insanların arasında, kaç yıl yaşadığınız umrunuzda bile olmuyordu.

26 yaşındayım. kocaman bir çeyrek asırı geride bıraktım ve bir çeyrek asır daha tahammül edesim yok bu hayata. parti süsleri ve konfetilerle süslenmiş büyük bir salonda, ellerimde kırmızı kurdelalı kocaman hediye paketleriyle duruyor gibiyim ve paketlerin hiç birini açmak istemiyorum.

hepsini siz açabilirsiniz.
ben istemiyorum.

bir hiçim ve mutluyum.
iyi ki doğdum.