Cumartesi, Ekim 25, 2008

yasakladınız da ne oldu?

bu post'umu bu ülkede herhangi bir şeyi ''zararlı'' buldukları için, o şey ile ilgili bütün bileşenleri ''yasak''lamaktan başka bir şey yapamayan ''zihniyet''e ithaf ediyorum.



çünkü biz, bu ülkede yaşayan yetişkin insanlar olarak, ''yanlış'' etkilenebileceğimiz sitelere girip çıkma ''ehliyet''ine sahip değiliz. kafamız basmıyor. illa ki birilerinin bize ''bu siteye giremezsiniz!'' diye uyarması, yönlendirmesi, engellemesi gerekiyor. kaldı ki doğruyu yanlışı bile ayırtedemiyoruz. hepimiz ne görsek, ne okusak, ne izlesek, neye şahit olsak; hemen inanıyoruz, etkileniyoruz. zira hepimizin zeka yaşı; üç, bilemedin beş.



tek tek bütün siteleri kapatın. hatta ben olsam, interneti de kapatırım.



çünkü biz, siz orada olduğunuz sürece, hiçbir şey haketmiyoruz!

Çarşamba, Ekim 22, 2008

now you're one year older


sabah abim aradı.




- tavuk! bilgisayarda bir program buldum. doğum tarihini giriyorsun. tam olarak kaç yaşındasın hesaplıyor. seninkini hesapladım. 28 çıktı. 29 olmamışsın yani. hala 28'sin. üzülme. eheh. doğum günün kutlu olsun!




sırasıyla teknosa, yemeksepeti, migros, ideefixe, turkcell, digiturk, hepsiburada, iş bankası, eski sevgilim, ailem ve elbette canım ciğerim arkadaşlarım, dünyaya geldiğim bu muhteşem günü kutladılar sağolsunlar varolsunlar. ben onlarla varım. ama itiraf etmem gerekirse, annem olmasaydı esamem okunmazdı. kadına hakkını vermem lazım.



mevzubahis günlere pek ihtimam göstermeyen biri olarak, yine de zorla d&r'a girmek suretiyle ahmet hamdi tanpınar'ın saatleri ayarlama enstitüsü adlı kitabını aldırdım ya kendime hediye olarak, daha da bir şey demiyorum.




Çarşamba, Ekim 08, 2008

ortaköy'de sensiz bir kez daha kumpir yedim



gerçi bu defa yalnız değildim. yanımda içine hangi malzemeleri istediğini tek tek söylemekten üşendiği için ''karışık olsun!'' diyen biri vardı. benim gibi.



beşiktaş'tan ortaköy'e yürürken düşünmek için epey vaktim oldu. sokak kedileriyle o bankta oturup kumpir yememin üzerinden koca bir bir sene geçmiş. çok şey değişmiş. artık yanımda olmaman umrumda değilmiş mesela. hoş, bu defa yanımda olmasını istediğim hiç kimse yok.



özgürlük belki de böyle bir şeydir.
özgürlük; bir eylül akşamında, güneş battığı sırada, ketçap bulaşan parmaklarını yalarken, karşındakinin anlattığı hikayeye gülümseyebilmektir.

Çarşamba, Ekim 01, 2008

ben votkamı alıp geliyorum o zaman

gelme!



yaklaşık yarım saatimi, yaşadığı en büyük çılgınlığın ''bir gece bir anda karar verip istanbul'dan çıktım ve ankara'ya gittim. buluştuk. ertesi sabah geri döndüm.'' olduğunu iddia edecek kadar yüzeysel ve benim buna prim vereceğime inanacak kadar salak bir adama; hayatın aslında bu olmadığını anlatmakla geçirdim. yarım saatte anlayabildi mi; bilemiyorum. ne yazık ki ayırabilecek daha fazla zamanım yoktu. bence yarım saat çok bile.



hepimiz zamanında yaptık böyle şeyler. aslında sevgiye açtık. şefkate açtık. birileri saçlarımızı okşasın, gözlerimizin içine daha önce hiç görmediği bir rengi görüyormuş gibi baksın, ellerimizi kendi ellerine kenetlesin istiyorduk aslında. oysa sadece heyecan istiyoruz sandık. saatlerce süren sert bir sevişmeyle mutlu oluruz sandık. fena halde yanıldık. ertesi sabah, karşısında çırılçıplak olmaktan utandığımız yabancı bir insanı gördüğümüzde, yerde dağılmış kıyafetlerimizi toparlayıp alelacele üzerimize geçirdiğimizde, aramızdaki bağın nasıl bir bağ olduğunu bilememenin verdiği tedirginlikle kahvesini nasıl içeceğini sorduğumuzda, bir daha görüşüleceğinden bile emin olamadığımız için ağzımızdan bir ''görüşürüz'' bile çıkamadığında; fena halde yanıldığımızı anladık.



eskiden olsaydı, hayatım boyunca hiç görmediğim, sesini bile duymadığım, nasıl biri olduğu hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı; fakat bir sebeple nerdeyse bir yıldır msn listemde olan bu adama votkasını alıp gelmesini söyleyebilirdim. artık o kadar çılgın değilim; eğer bu hala bir çılgınlık sayılıyorsa?



- aradığın kişi, ben değilim. benimle vakit kaybetme.



eh, bu cümleden sonra, ben olsam içkiye tövbe ederdim.