markete kendimi atar atmaz reçel kavanozlarının olduğu reyona doğru yürüdüm. çok mutsuzdum. birisi beni durdurmazsa eğer, bütün reçelleri sepete atıp kasadan geçirebilir ve herbirini evde salonun ortasındaki sehpaya dizip saatlerce izleyebilirdim. çilek, incir, kayısı, şeftali, ayva, gül, vişne, ahududu; güçlerimizi birleştirelim!
elbette, sadece ekstra geleneksel kiraz reçeli ve lavoba açıcı alıp marketten ayaklarımı sürüyerek çıktım.
bir adamı beklerken bu evin penceresinden bakmayı seviyordum. şimdi geçen bütün arabaların rengi kırmızı olsa ne çıkar ki? bu sokaktan bir daha kırmızı araba geçmeyecek! yarın belediye başkanı ile konuşacağım. bütün kırmızı arabalar bir alt sokaktan geçsinler bir zahmet. beni üzmesinler. üzmeye hakları var mı? bence yok. yani olmasa iyi olur.
her neyse. hayat sabah kahvaltısında bir dilim ekmeğe reçel sürüp yutmaya çalışarak devam ediyor en nihayetinde. john lennon'un da dediği gibi:
yalan şu dünya,
her şey kelek.
her şey boş.
çilek tarlası....
hay a.k!