Pazartesi, Nisan 07, 2008

bungle in the jungle

uçak gittikçe yükseliyor. 30e numaralı koltukta oturuyorum. sağ kanadın hemen arkasındayım. en sevdiğim yer. uçak yükseldikçe hemen altımızdaki toprak küçülüyor ve biz bulutların ortasındayız. orgazm olmak gibi bir his. şu an yaptığım işi yapmasaydım, pilot olabilirdim. bir pilot olsaydım da ''şu an yaptığım işi yapmasaydım, fahişe olabilirdim.'' diye bir cümle kuracaktım muhtemelen. şu hayatta her şey bir muamma.


gökyüzü parçalı bulutlu olduğu için, biz yükseldikçe yere yansıyan uçağın gittikçe küçülen gövdesine bakıp düşünüyorum: işte yine dönüyorum. oysa daha bir kaç saat evvel havaalanı servisinin manyak şoförü önümüzdeki bütün araçları sollarken camdan dışarı bakıp ağlıyordum. neyse ki gözümde güneş gözlüklerim vardı. bu şehir, bütün bana aitliği ve yaşanmışlıklarıyla üzerime üzerime gelirken, belki de gitmenin daha iyi olacağını düşünmekle ne kadar iyi bir karar verdiğimi bir kez daha anlayıp ağlıyordum.


geri döneceğimi bile bile.


havalaanında kapıların açılmasını beklerken, 30 yaşlarında bir kadının salonun ortasında bağıra çağıra ve aksanlı bir ingilizceyle telefonda konuşması bile beni bu düşüncelerden ayıramamıştı. sadece kadının türk olduğunu farkedebilmiştim ki farketmemek imkansızdı. elimdeki salvatore kitabından mıdır, tipimden midir yoksa havaalanının verdiği ambianstan mıdır bilinmez; yine 30 yaşlarında genç bir adamın yanımdaki koltuğu gösterip ''is it free?'' demesi ve akabinde benim ''you bet!'' dememe ne buyrulur?


geri döneceğimi bile bile...


yine de taksiden inip, tıka basa dolmuş sırt çantamla birlikte kendimi kapıdan attığım zaman, bu evi bile ne kadar özlediğimi fark ettim. şüphesiz ki, izmir kadar çok yaşanmışlık biriktir(e)memişti. belki bu yüzden nefes alabiliyordum. belki bu yüzden gözlerim herhangi bir noktaya takılı kalmıyordu bu evde. öyle ya? kaç kişi girdi ki şu kapıdan? kaç kişi şu minderde oturdu ki? kaç kişi bu yatağa yattı? kaç kişi ben ağlarken saçlarımı okşayıp ''ağlama, yeter artık.'' dedi? bu ev sadece air wick'in lavantalı oda spreyinden kokuyor. her 36 dakikada bir fıs! bu evde bu kadar rahat nefes alabiliyorsam sebebi bu olmalı.


geri döneceğimi bile bile.


bakalım daha ne kadar bu ''iyilik valla ne olsun'' kisvesi altında yaşamaya devam edeceğim. lavanta kokusu olmasa da olur. yeter ki nefes alabileyim.