Pazartesi, Eylül 25, 2006

sonbahar gelmiş meğer

dışarıda yağabilecek en güzel yağmurlardan biri; eylül yağmuru yağıyor. hava henüz kararmamış. balkonun açık olan kapısından yabana atılmayacak bir esinti dalıveriyor içeriye selam sabah vermeden. tam aramızdan geçip koridordan dolaşarak evin öbür ucundaki balkon kapısından çıkıp gidiyor. çırılçıplağız ve sadece ayaklarımız birbirine değiyor. yatakta hafifçe kıpırdanıp bana doğru dönüyorsun. bir an için ürperiyorum. sonbahar gelmiş meğer.

- sormuyorum aldırmıyorum buna.
- neye?
- yüreğinde suçlu musun diye.
- nasıl?
- biliyorum seni sevdiğimi, ne olursan ol.
- kim?
- shakespeare.
- ah, evet. tabi ya!


aslında, hiçbirimiz ne iyiyiz ne kötü, biliyorum. sen de biliyorsun. herkes biliyor. beyin kıvrımlarımızın arasından her an birbirinden berbat düşünceler geçip duruyor. sonra kendi beynimizden utanıp vicdanımıza terkediyoruz ruhlarımızı. yaşadığımız her an savaşıyoruz. tanıdığımız her insan, ister istemez bu savaşa dahil oluyor.

bunu sana nasıl söyleyeceğim bilmiyorum ama, bir şekilde öğrenmen gerekiyor. derin bir nefes alıyorum ve ağzımı araladığım an hemen kapatıyorum.

- bir şey söyleyecektin?
- yoo hayır.

- berbat bi yalancısın.

sadece çok yorgunum. kendimi anlatmaktan tahmin edemeyeceğin kadar yoruldum. kendimi anlatmasam olmaz mı? kendim hakkında herhangi bir açıklama yapmasam. hiç konuşmasam. olmaz mı? tamamen sana bıraksam da sen keşfetsen, ha, olmaz mı?

kocaman bir gülümseme yayılıyor yüzüne. o sırada gökyüzü önce bir aydınlanıyor, hemen sonra müthiş bir gürültü çıkıyor. yukarıda işler yolunda gitmiyor demek. bulutlar isyanlarda. çiçekli pikeye sarınıp yataktan fırlıyorum. bu manzarayı hiç kaçıramam. balkona çıkıyorum. yukarıdan rüzgarın etkisiyle aynı zamanda üzerime yağan yağmura bakıyorum kafamı kaldırıp. karşı balkonda yaşlı bir kadın ıslanan çamaşırlarını toplarken göz göze geliyoruz.

-  hey teyze! sonbahar gelmiş meğer!

diye bağırıyorum. bir süre anlamsızca bakıp çamaşır sepetini kaptığı gibi içeriye giriyor, arkasından kapıyı kitlerken son bir kez bakıyor. daha önce balkonda üzerinde çiçekli bir pikeyle ıslanan yarı çıplak bir kadın görmemiş anlaşılan. ne var ki bunda?

kapıda duruyorsun. yüzünde hala o kocaman gülümseme asılı. saçlarımdan süzülen damlalara takılıyor gözlerin.


emin ol, işin hiç kolay olmayacak.

Cuma, Eylül 22, 2006

ben kimseye benzemem

- ah, özür dilerim. sizi birine benzettim de...özür dilerim...çok özür dilerim.

yolun tam ortasından, etrafımdaki diğer insanları dahi görmeyerek yürürken; adamın biri bana sarıldıktan ve ben ''sen de kimsin?'' demeye mecali kalmamış dudaklarım ve iki yana düşmüş ellerimle birlikte öylece durduktan hemen sonra oldu bu.

- gerçekten çok özür dilerim.
- tamam. önemli değil.
- ama inanamıyorum. o kadar benziyorsunuz ki?
- ...?
- yani, görseniz, eminim siz de çok şaşırırsınız!
- evet...tabi...önemli değil.
- inanılmaz!...ya, ben tekrar özür dilerim.
- tamam. altı üstü sarıldık, sevişmiş değiliz. abartmayın lütfen.
- ha?
- yok bişey. bana benzeyen her kimse, selam söyleyin.

bir başkasına benzemek, benzetilen, genel güzellik anlayışına göre ister güzel/yakışıklı, isterse çirkin olsun, her nedense hiç hoşumuza gitmiyor. eşsiz olmak istiyoruz çünkü. sadece ''bir'' tane olmak istiyoruz. oysa tanrı'nın bile yaratıcılığının bir snırı olmalı. bu kadar da bencil ve narsisist olmayın canım?!

küçükken fatma girik'e benzettikleri zaman, ağlardım ben neden bilmem; hayal meyal hatırlıyorum. sonra yok efendim şevval sam'lar, şebnem ferah'lar, dana scully'ler, kirsten durts'lar vs..vs...ama en tuhafı şüphesiz jenna jameson'du. sanırım, bir porno yıldızına benzetilmekten zerre gocunmayan tek kadın olmalıyım. belki de gerçekten benzemiyorum diyedir. hmmm? silikon taktırıp saçlarımı banu alkan sarısına boyatırsam neden olmasın aslında? ahahahha!

hepimiz zaten eşsiz birer dallamayız. yormayın yani kendinizi.

Pazartesi, Eylül 11, 2006

tuhaf bir geceydi

ayağımda beyaz ayakkabılarım vardı. hızlı adımlarla yürüyorduk.

- ağlama artık. bak, ben varım. burdayım.

bir an durduk. gözlerimdeki makyaj malzemeleri birbirine girmişti. elleriyle gözlerimi sildi. sonra tekrar yürümeye başladık. yanımızdan sarhoşlar geçiyordu. elimden tuttu.

- gel buraya.

ıssız bir sokağa saptık. nereye gittiğimiz hakkında hiç bir fikrim yoktu. elele tutuşmuştuk ve gidiyorduk. hepsi bu. sonrasını hatırlamıyorum.

sabah gözlerimi kocaman bir yatağın içinde açtım. yanıbaşımdaki kağıtta bir şeyler yazıyordu;

''hayat, bittiği yerde başlıyor. ve biz her defasında yanılıyoruz. yanılmak, tıpkı güzel bir kadını tutkuyla sevmek gibi baştan çıkartıcı olmalı. yanılmayı seviyorum. yanılmayı ilk defa bu kadar çok seviyorum. sakın katlanamayacağım bir şey isteyip, yalnız kalmayı dileme. ve gidersen eğer, kendinden bir şeyler bırak da git ardında. ki dönmen için bir bahanen olsun. lütfen!!

günaydın.''

sağlam bir bahane bırakıyorum ardımda;

kendimi.