Pazartesi, Mart 27, 2006

gökkuşağı

tırnakları morarmış. oysa dışarda ılık bir bahar havası var. köşedeki manav, tezgahın önüne en kırmızı çileklerini, en yeşil çağla bademlerini yerleştirmiş. deniz tarafından martı sesleri geliyor. kumrular oynaşıyor. kediler çiftleşiyor. sahi bahar gelmiş. oysa baharın rengi mor değildir. olmamalı.

yüzü sapsarı. oysa içinde bir yerlerde, içinin tam ortasında, beyniyle değil, kalbiyle sevdiği bir adam var. beyninin fişini çekmiş. makinaya bağlı ve bir an önce ölmesi beklenen bir hasta gibi. kalbi ise tıkır tıkır çalışıyor. kalbine giden damarlarda, kan değil, başka bir sıvı var. sarı bir sıvı. iltihap gibi. oysa kanın rengi sarı değildir. olmamalı.

gözleri simsiyah. oysa, dünyanın bütün renklerini seviyor. fosforlu yeşili bile seviyor. fosforlu yeşili nasıl kabullendiyse, herşeyi öyle kabullenmek istiyor. elinde bin bir türlü renk barındıran bir palet ve yüzlerce fırça var. karşısındaki resmi yeniden boyamak istiyor ama, o iğrenç yeşile dokunmayacak. geri kalan yerleri en güzel renklerle boyamalı. ama şimdi resim, palet, fırçaların sertleşmiş uçları, bardaktaki su, herşey simsiyah görünüyor. oysa bu resmin rengi siyah değildir. olmamalı.


sahi, sen hiç gökkuşağı gördün mü?
görmelisin!