Perşembe, Şubat 25, 2010

why must i be a crustacean in love?

bu gecenin böyle bitmemesini o kadar çok isterdim ki.



deli gibi yağmur yağıyordu. hava bütün bu gök tanrı'nın gürleyip kafa tutmalarına rağmen olabildiğince ılıktı. sokağın hemen yanındaki kaldırımın üzerindeki sandalyelerde oturuyorduk. yağmura rağmen içeriye girmemiştik çünkü tam tepemizde bizi koruyan kocaman bir branda vardı. tanrı yerine bir brandanın bizi koruması ne kadar da tuhaftı. garsonun sırayla getirdiği balığın envai çeşidinden yapılmış bir şeyleri ara sıra yiyormuş gibi yaparken rakılarımızı yudumluyorduk. sürekli konuşuyorduk. ne kadar çok konuşuyorduk.



bir ara kafamı çevirdim ve dünyaya baktım. tam o sırada bu kadar çok konuşacağımıza birlikte yapacak öyle güzel şeyler vardı ki; susmayı tercih ettim. sustum.



uzun zamandır severmiş gibi yaptım. aslında hiçbirinizi sevmedim, sevemedim. o yüzden başlaması da bitmesi de kolay oldu. belki de bu yüzden artık başlamak bile zor geliyor. işte ironi diye ben buna derim.



kimseyi bu kadar fazla dinlemezdim; eğer sesi bu kadar sakin, bu kadar güzel, bu kadar huzurlu olmasaydı. öyle ki yanına uzanıp bütün bir gece bana bir şeyler anlatırken uyuyakalmayı istedim. ne olurdu tam uyumak üzereyken yatağımdan kalkarak kalan son enerjimi bunları yazmak için harcayacağım yere, böyle bitseydi bu gece?




neyse...en azından nar çiçeği kırmızısı diye bir renk var şu hayatta.