Salı, Mayıs 12, 2009

öfke

insanların ceplerindeki paranın miktarına güvenerek neşe içinde dolaştıkları büyük alışveriş merkezinden kendimi zor attım. merdivenlerden koşarak indim. uçarak yolun karşısına geçtim. ve ilk gördüğüm dolmuş taksinin içinde buldum kendimi.


izmir'e bahar gelmişti. güneş henüz batmamıştı. insanlar çok sağlıklı, çok neşeli, çok canlı görünüyorlardı.


acaba ben dışarıdan nasıl görünüyordum?


gün içinde sürekli gülümsemeye çalışıyorum. insan çok sevdiği birine çok öfkeli olunca gülümsemeyi pek beceremiyor. zaten adeta bir nil karaibrahimgil şarkısından fırlamışçasına sürekli gülümseyen kızlardan da olamadım hiçbir zaman, biliyorsunuz.


- gülümse! erkekler pozitif kızları sever!
- hassiktirsinler ordan!


dolmuş taksi biraz ilerde duruyor. beyaz gömlekli bir adam biniyor arabaya. başka yer olmadığı için hemen yanıma oturuyor. bacaklarında jean var, ayaklarında da kahverengi spor bir ayakkabı. dikkat ediyorum çünkü adam arabaya bindiği anda bütün bir araba çok güzel bir parfümle doluveriyor. erkek olsam dönüp ''pardon, parfümünüz ne acaba?'' diye soracağım, soramıyorum! bir parfüm bu kadar güzel kokamaz. diğer yanımdaki sarışın kadın beni dürtüyor. dönüp bakıyorum. ''ne kadar güzel kokuyor değil mi?'' hareketi yapıyor. hemen anlıyorum. gülümsüyorum. ''evet farkettim, aynen katılıyorum.'' hareketi yapıyorum. bizden başka kimse bir bok anlamıyor.


son durağa yaklaştıkça, ki son durak 10 dakikadan daha kısa sürüyor zaten, yanımdaki adam cep telefonundan bir arkadaşını arıyor. konak'ta buluşacaklarmış. ''sen de gelsene!'' diyor. opera'nın oralarda bir yerde laflayacaklamrış. gece fazla geç dönmeyeceklermiş; 11, bilemedin 12. o anda birileriyle konuşmaya deli gibi ihtiyacım olduğunu anlıyorum. bir an için dönüp ''ben de gelebilir miyim?!'' diye sormak geçiyor aklımdan. konak'ta bir kafede, hiç tanımadığım 3 insanla oturduğumu hayal ediyorum bir an. şüphesiz ki beni tanımak isteyeceklerdir. soracaklardır; ''kimsin? ne yaparsın? ne yapmak istersin? nerden geldin? niye geldin?''


bütün bu sorulara cevap veremeyecek kadar yorgunum. bu yüzden çok güzel kokan adama hiçbir şey söylemiyorum ve son durakta arabadan iniyorum. çok güzel kokan adam, vapur iskelesine doğru seğirtirken, ben de çarşının ara sokaklarına atıyorum kendimi. köşedeki manavdan yarım kilo çilek alıp eve geliyorum.



hala çok öfkeliyim.

Pazar, Mayıs 10, 2009

nereye gidiyorsun?*

çocuk...
sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin.
topla kalbini cadde cadde, sokak sokak.
kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından.
bakma yüzlerine hiç.
görme onları.
çocuk bu kez ağlama.
bu kez git.

gölgeni, ismini sil yavaş yavaş.
giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının.
kalbini, kendini sök yavaş yavaş.
giderken bu kentten sakın ağlama,
sus!

unut, ne yaptı sana?
unut, ne söyledi?
unut, ne varsa vazgeçtiğin.

yüzünde korkularla,
içinde çığlıklarla,
kalbinde simsiyahlar,
nereye gidiyorsun?

hep bu şarkılarla,
kıymetsiz dualarla,
utanmaz bir yağmurla,
nereye gidiyorsun?

yolları, duvarları geç yavaş yavaş.
giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını.
ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş.
giderken, terk ederken savur yüzüne yalnızlığının.

ve unut, ne yaptı sana?
unut, neler anlattı?
unut, ne varsa vazgeçtiğin.

yüzünde korkularla,
içinde çığlıklarla,
kalbinde simsiyahlar,
nereye gidiyorsun?

hep bu şarkılarla,
kıymetsiz dualarla,
utanmaz bir yağmurla,
nereye gidiyorsun?

yüzünde korkularla,
içinde çığlıklarla,
kalbinde simsiyahlar,
nereye gidiyorsun?

bu sahte baharlarla,
kıymetsiz dualarla,
utanmaz bir yağmurla,
yine mi gidiyorsun?

çocuk...
her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği.
ve her gözyaşının altında bir dua kimsenin duymadığı.
çevir gökyüzüne başını.
bakma arkana!
daha sert basa basa, daha güçlü,
anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla.
gitmek yenilmek değil kazanmak da.
gitmek gitmektir işte,
hepsi bu.



* bir cem adrian şarkısıdır. daha iyisini yazamayacağım için copy paste etmekte bir sakınca görmedim. evet.