size anlatacağım hikaye, her gece aynı kabusu gören bir adamın hikayesi. ve elbette kendisi 30 yaşına yaklaşmış, bekar, ilk bakışta hiç de yakışıklı görünmese de gözlerinin içine bakmaya cesaret eden kadınlar tarafından büyük bir tutkuyla sevilecek kadar çirkin ve çalıştığı plazadan nefret ediyor.
kahramanımız, ki henüz adını bilmiyoruz, her akşam olduğu gibi çalıştığı plazadan çıkıp evine geliyor. anahtarıyla dairesinin kapısını açmadan hemen önce, aşağıdaki posta kutusundaki faturaları ve bekar erkekler sayesinde ayakta duran birtakım pizzacıların broşürlerini alıyor. buzdolabından bir bira çıkartıp içerken ayaklarına yavşakça sürtünen kedinün mama kabına da bir avuç mama döküyor. kediyi eski sevgilisi vermişti ve veriliş amacı elbette ki kahramanımızın sorumluluk sahibi bir kahraman olmasını sağlamaktı.
- umarım kendinden başka bir canlının yaşamasını sağlayacak kadar sorumluluk sahibi birisindir.
demişti eski sevgilisi.
- teşekkür ederim.
demişti kahramanımız, eline tutuşturulmuş ve boynuna aptal sarı bir kurdele bağlanmış yavru kediye bakarken. eski sevgilisi adamla evlenmeyi planlıyordu ve belki de çocuklarının babasını böyle kadınca bir testten geçirmek istiyordu. oysa bilmediği bir şey vardı; kahramanımız, kendinden başka bir canlının yaşamasını sağlayacak kadar sorumluluk sahibi olduğu kadar aynı zamanda çok zekiydi. bir hafta sonra kadını terketti. kediyi sokağa atmaya razı olamadığı için kedinin boynundaki aptal sarı kurdeleyi çıkarttı. kediyi tam karşısına alarak kediye eski sevgilisinin koyduğu isim yerine ''kedi'' demeyi tercih ettiğini, bunun kendisi için bir sakıncası olup olmadığını sordu. kedi kısaca ''miv?'' diyerek elbette bir sakıncası olmadığını, oynayabilecek bir parça yumak ve benzeri bir şeyler olup olmadığını sordu. kahramanımız elbette hiçbir şey anlamadı. zekiydi ama o kadar da değildi.
birasını alıp televizyonun karşısındaki koltuğa kendisini atan kahramanımız, ki evet adını hala bilmiyoruz, kumandayı televizyona doğrultup düğmesine bastı. televizyon açılmadı. bir kez daha denedi. yine açılmadı. ''allahın cezası!'' ve benzer küfürler ederek salonun bir köşesine fırlattı kumandayı. kumanda havada bir iki parende atarak köşede duran ve üzerinde bir kaç kitap ile içinde siyah beyaz bir fotoğrafın olduğu çerçeveye çarptı ve düştü. düşmeden önce bir kaç parçaya ayrılmayı da ihmal etmedi elbette.
kahramanımızın gözleri, kaç zamandır orada olduğunu unuttuğu çerçeveye bakakaldı. eski sevgilisi, kahramanımızın evine ikinci gelişinde, çerçeveyi gördüğü zaman;
-bu kim?
demişti. ilk geldiğinde de farketmişti elbette. o kadar aptal değildi. ne var ki o kadar zeki de değildi. zeki olmayan kadınlar böyledir. ilkinde pek bir şeye karışmazlar. ikincisinde çerçevelere, üçüncüsünde telefon rehberinize, dördüncüsünde içtiğiniz biraya, beşincisinde arkadaşlarınıza, altıncısında kelimelerinize ve nihayet hayatınıza karışmaya başlarlar. bu nedenle çoğu, neyin yanlış gittiğini anlayamadan, üçüncü buluşmadan sonra terkedilirler.
kahramanımız, eski sevgilisine verdiği, daha doğrusu veremediği yanıtı hatırladı.
- bilmiyorum.
nasıl yaniydi? insan salonunun köşesine, kim olduğunu bilmediği ve üstelik güzel bir kadının fotoğrafını niye koysundu ki? aklından zoru mu vardı? yoksa yalan mı söylüyordu? yoksa tanımadığı kadınların fotoğraflarını çekip onlara aşık olan şu sapıklardan mıydı? kahramanımız boş gözlerle o zamanlar eskimemiş olan sevgilisine baktı. elbette hiçbiri değildi ve kendisi bir bira alacaktı dolaptan, o da ister miydi?
çerçevedeki kadın, gerçekten çok güzeldi. ilk bakışta da çok güzeldi, gözlerinizi ayırabilmeyi başaracaksanız eğer, son bakışta da. fotoğraf siyah beyaz olmasına rağmen, kadının gözleri renkliydi, anlaşılıyordu. belki yeşil, belki mavi, ama renkli. ve fotoğrafı çeken kişiye değil de, uzaklarda bir yere bakıyordu. belki de dalmıştı. dudakları hafifçe sağa doğru kıvrılmıştı ama gülümsemiyordu. düpedüz hüzünlüydü. ama biri hafifçe dokunup adını söylese, hemen o ruh halinden sıyrılıp gülümseyecek ve gözleri parlayacak gibiydi. acaba ne düşünüyordu?
kahramanımız koltuktan kalktı.
(tu bi kondüdüt...)
Cumartesi, Ekim 27, 2007
Cumartesi, Ekim 20, 2007
i'm a cloud of moths
beklediğim yağmur yağmıyor bir türlü. oysa dün gece, çişimi yapmak için banyoya doğru sarsak adımlarla giderken, bir ara pencereden yukarı doğru bakmış ve koyu gri bulutları görüp gülümsemiştim. gökyüzü tanrısı da ''bakarız!'' mealinden bi işaret çakmıştı. demek ki bakmamış. yapacak bir şey yok tabi. tanrılara küsülmez ki. hele ki gökyüzü tanrısına. mazallah bütün bir sene güneşi eksik etmezse tepemden, ne yaparım ben?
hmm. aslında düşündüm de, belki bu sefer kanatlarım birbirine yapışmaz da dansederek uçabilirim.
hmm. aslında düşündüm de, belki bu sefer kanatlarım birbirine yapışmaz da dansederek uçabilirim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)