Salı, Ağustos 22, 2006

you cut her hair

- nasıl olsun.
- sana bırakıyorum.
- ne yapalım biliyor musun? yukarıdan iyice keselim. uzattığın için uçlara dokunmayacağım. kat kat aşağıya inmiş olacak. önler de uzun kalsın. hem toplayabilirsin böylece yine tepeden.
- hadi yap!


''şak!''

kuaför salonlarının kadınlar için anlamı büyüktür. kapıdan en süklüm püklüm halleriyle girerler ve en kadın halleriyle çıkarlar. bir kadını en çirkin haliyle görebileceğiniz ilk yer, kuaför koltuğudur. ve bir kadını en güzel haliyle görebileceğiniz ilk değil ama ikinci yer, kadının kuaför koltuğundan kıçını kaldırdığı andır. -ilk yer birlikte uyuduğunuzda, sabah kollarınızın arasında uyandığı andır tabi ki. nasıl olur da bilmezsiniz?!

koltuğa oturuyorum. saçlarım az evvel uyduruk bir şampuan ve saç kremiyle yıkanmış. bir adam gelip saçlarımdaki havluyu çekip çıkarıyor. ve başka bir havluyla saçlarımı kurulamaya başlıyor. baba ve sevgili dışında, bir kadının saçlarını bir havluyla kurulamaya cüret eden tek erkektir kuaför. sonra da, özel bir bakım kremiyle bir güzel masaj yapıyor. gözlerimi kapatıyorum. bu koltukta oturmayı seviyorum. en çirkin halimde olmam umrumda bile değil.

solumda, sevgilisiyle olan buluşmasına geç kalmış sarışın bir kadın var, fön çektiriyor. sağımda, gelininden şikayetçi olan yaşlı bir kadın, saçlarını mora boyatıyor. bütün bunları biliyorum çünkü kuaförlerde hiçbir sır gizli kalmaz. herkes fön makinalarının gürültüsü ve boya kokusu eşliğinde konuşur, konuşur, konuşur... herkes konuşmaya o kadar heveslidir ki, kimse benim bu suskun halimi yadırgamıyor. kuafördekiler de artık beni tanıdıkları için, klasik ''iş güç nasıl gidiyor? ne zaman evleneceksin?'' gibi hergün elli bin defa başka kadınlara sormak zorunda oldukları oysa merak dahi etmedikleri soruları sormuyorlar. onlar da benim gibi ağızlarını bile açmadan, diğer kadınları dinliyorlar. bir an saçlarımı kesen kuaförle aynada göz göze geliyoruz. o kadar bunalmış ki, koltukta öylece ve sesssizce, kırpılmayı bekleyen koyun misali oturduğum için bana kısa bir minnettarlık tebessümü gönderiyor. kabul ediyorum.

- birazcık dax sürseydim bari?
- aman istemem. parmaklarım saçlarımın arasından geçmeyince moralim bozuluyor.

kuaförden çıkıyorum. sanki bütün kadınlar, kuaförden çıktığımı anlamış gibi saçlarıma bakıyorlar. anlamışlardır tabi. bütün kadınlar anlar. yol boyunca mağazaların vitrinlerine, arabaların camlarına bakıyorum. bir anda canım vapura binmek istiyor. vapura son anda yetişip, yukarı kata, kıç tarafına oturuyorum. saçlarım uzunlu kısalı rüzgarla birlikte dansediyor. ben ve saçlarım, nereye gittiğimizi bilmeden gidiyoruz. sadece gidiyoruz.

kim demiş, saçlarını değiştirmek bir işe yaramaz diye.

kendimi çok daha iyi hissediyorum.

Salı, Ağustos 15, 2006

yine yanlış numara

- alo?
- benim...sus. bir şey söyleme. saatin çok geç olduğunun farkındayım. ama istediğim zaman arayabileceğimi söylemiştin. birisiyle konuşmak istedim sadece. aklıma ilk sen geldin. aslında ilk sen gelmedin. telefonumu aldım ve bütün rehberi karıştırdım. x? olmaz, şimdi sevgilisiyle uyuyordur. y? hiç olmaz, her zaman müsait olmayacağını söylemişti. z? o da olmaz, geçen sefer beni aradığında açmamıştım...diye diye sen kaldın bir tek. evet yalnızım. ama belki de ilk defa yalnızlığımdan o kadar mutluyum ki. yani o kadar içime sindi ki bu sefer. yalnız olmam gerekiyor çünkü. bütün bu insanlardan sıkıldım anlıyor musun? bunaldım. bezdim. senatoryumun tam ortasında sigara yakmış biri gibiyim. ve hepiniz yüzüme doğru öksürüyorsunuz. hepinizden tiksiniyorum. size ait değilim. kimseye ait değilim. bu güzel bir şey. kendimi iyi hissediyorum. herkes kendini iyi hissetmek istiyor. herkes dehşet bi oyunun içinde repliğini unutmuş da ağzında bir şeyler geveliyormuş gibi saçmalıyor. bütün bu kendini acındırmalardan bıktım anlıyor musun? herkes ağlıyor. herkes şikayet ediyor. herkesin bir hastalığı var. herkes travma geçiriyor. offf! ve ben bütün bunların içinde kalkmış, hiç olmayacak hayaller kuruyorum. ahahha! bak, şimdi de kendimi acındırdım, görüyor musun? hayır hayır. hepinizin canı cehenneme. bana acımayın. zira benden daha acınası durumdasınız. haydi sen de tekrar et; ''sen güçlü bir insansın.'' biraz çok bilmiş bir vurguyla söylersen sana inanabilirim bile. ''ah evet, çok güçlü bir insanım. o yüzden ağzıma sıçtıkça siz, her seferinde önce bir sendeleyip sonra ayağa kalkıyorum.'' offf! hakikaten sıkıldım. bunaldım. herşeyin en doğrusunu siz biliyorsunuz değil mi? herşeyin en mantıklı açıklamasını yapabilirsiniz? mesela bu pembe filin burada ne işi var desem, o kadar zekisiniz ki, hemen mantıklı bir cevap verirsiniz; ''o mu? annemin biriktirdiği faturalar için vergi iade zarfı lazımmış da, onu getirdi. birazdan gidecek.'' ahahha! hakikaten salaksınız. kim pembe bir file inanır ki? hadi inandım diyelim, dünyaya sağladığınız bu katkı, siz öldükten sonra da şükran ve saygıyla anılacak, emin olun. ahahha! alo?....orda mısın?

- kimi aramıştınız?

- ben...aslında diğer yarımı arıyordum.

- üzgünüm. sanırım yanlış numara.

- ah! hiç şaşırmadım. özür dilerim. gece gece rahatsız ettim.

- önemli değil.

- iyi geceler.

- size de.